Kolonyalizm, zihinsel ve maddi kolonyalizm olarak ayrılamaz. Zihin (manevi) ve madde Kolonyalizmdemadalyonun iki ayrı yüzü gibidir. Biri yırtıldığında diğeri de yırtılır. Manevinin ve maddenin doğaları gereği asla ayrılamaz olması, kendini en net yine Kolonyalizmde gösterir. Kolonyalizm bunun için muazzam örnekler sunar. Oysa modern bilgi ve hayat sistemi (bunlar kolonyalist efendilerdir aynı zamanda) insanlara sürekli olarak parçalamayı telkin etmekte, Kartezyen bir şizofreniyle yaşamayı normalleştirmektedir. Kendisi ise bunun tam tersini yapmakta ve en radikal şekilde kendi sistemini dayatmaktadır. Aklın en temel yapısı olan birleştirme ve ayrıştırma, tüme varma ve tümden gelme hareketi sanki sistemin efendileri tarafından ipotek altına alınmış, neyin bilimsel (ilmi) neyin bilimdışı, ilkel düşünceye ait olduğu kendince standartlara bağlanmış ve maalesef kabul ettirilmiştir. Demek ki “zihinsel” Kolonyalizme kökten ayaklanmanın gerçekleştirilmesi gereken noktadan ilki; Dini bilimden-felsefeden-düşünceden-sanattan-devletten ayıran… vb herşeyi herşeyden ayıran ve ayrıştıran O aptal zincirlerden kurtulmaktır. Zincirler mevcut olduğu sürece onların kurduğu tezgah, Pazar, sektör, endüstri tıkıt tıkır işleyecektir.
Zihinsel Kolonyalizm, maddi kolonyalizmin; maddi kolonyalizm de zihinsel kolonyalizmin bir devamıysa, bunlar birbirini çalıştıran motorlar ise, o halde bu çarkı kırmak ve dağıtmak için bizlere gerekli olan şey, sistemin merkezine saldırmaktır. Bu saldırı onların iddia ettiğinin aksine bir altta kalmadan, boş ve gereksiz tepkiler vermekten ya da eziklik psikolojisinin getirdiği haklı/haksız durumlardan değil, Hakikate olan gereksinimden kaynaklanır.
İşte burada kökten ayaklanmanın ateşini bulacağımız yer, aynı zamanda Kolonyalistlerin sistemi inşa ettikleri ve insanlara dayattıp dikte ettirdikleri bilgi temelleridir. Onun sorgulanması, parçalanıp atılmasıdır. Çünkü bu temel, sürekli olarak iddia edildiği gibi sadece “tarihsel” bir referans olarak kalmamaktadır. Yani mesele, iddia edildiği gibi “bilginin nereden alındığı değil, neye çevrildiği dönüştürüldüğü” meselesi değildir ve asla öyle de kalamaz.
Şimdi; Kısa ve özetle “Zihinsel” Kolonyalizme yönelik iddiamız ve önerilerimiz şunlardır:
1- “Yunan Felsefesi” diye bir felsefe ya da düşünme modeli yoktur; Felsefe, Yunan’a uzak ve yabancıdır (bu madde aynı zamanda ilk başlangıç cümlesidir)
2- Türk Akademisyen ve Aydınlar, hem İslâm düşüncesine hem de İslâmın üzerinde devam ettiği onu değiştirdiği, dönüştürdüğü ve koruduğu kültür havzasına uzak ve yabancıdır (bu kültür havzası insanlık tarihinin merkezi yerleridir; Fenike-Mısır-Mezopotamya-Babil-Sasani).
3- Mesele, Bilginin “tarihsel” Referansı sorunu değildir; Bilginin ve Bilimin kısmen değil tamamen çalınma, talan edilme meselesidir. Kolonyalizmin ilk sistematik talanı burada şekillenir (bu durum tarihteki alış-verişler, kendine dahil etme, sürdürme, ilerletme… vb görünüş ve süreçlerinden tümüyle farklıdır)
Önerimiz:
Kolonyalizmin Bilgi kaynakları hakkında en radikal saldırıları yapmış çalışmaların devamının sürdürülmesi. Bunun için güçlü siyasi yapıların ortak-işbirliği.
Burada kast ettiğimiz şey, özellikle en köklü ve kökten değişim talep eden ilmi çalışmaların sürdürülmesi orada öne sürülen tüm iddiaların ilmi sıhhatinin doğruluğunun tespit edilmesi, ortaya çıkarılıp sonuç olarak mevcut bilimsel paradigmanın dağıtılmasıdır. Daha özelleştirirsek; G.G.Monah James’ın “Çalınmış Miras”ı (ki bu eser en sert vuruşa sahiptir) M. Bernal’in “Kara Athena”sı gibi kendi alanında adeta devrimci ses getirmiş eserlerde öne sürülen her iddia her önerme için Türkiye’nin Mısır’la Irak’la İran’la Suriye’yle ortak çalışması, bunun için büyük araştırma kurum-kuruluşları kurulması, yıllarca sürecek araştırmalara gerekli maddi-manevi kaynaklar bulunması. Burada bahsi edilen eserlerdeki her bölüm için ayrı ayrı araştırma enstitüler kurulabilir her satır aynı ciddiyetle tek tek ele alınıp araştırılabilir.
Yeri gelmişken; Marc Van De Mieroop’un Babil ayağını gösterdiği “Antik Yunan’dan Önce Felsefe” kitabı, ufuk açıcı yer yer ezber bozucu karakterine rağmen esasta Batı ve Yunan düşüncesini besleyen bir misyon üstlenir. Öyle ki; Babil kültürünü Post-modern olarak tanımlar. Yunan’lılarınBabil’de yaptıklarını alkışlattırır: “…Büyük İskender’in Babil’i fethi, oradaki seçkin düşünürlerin yaşamlarını değiştirmedi. (…) Bölgedeki Yunan varlığının gözle görülür bir etkisi olmaksızın…(…)Fakat Yunan’ların Babillibilginlere, çalışma biçimlerini değiştirmeleri için müdahale ettiğine dair hiçbir gösterge yoktur”(s.337-338). Kitap, bu ve benzeri misyonlarla örülüdür. Bundan dolayı kimse Babil’in işgaline itiraz edemez.
Öneride bahsettiğimiz güçlü siyasi yapıların (devletlerin) meseleyi ele alması gerektiği; maalesef Kolonyalist Sistemin (paradigmanın) değişimi, yok edilmesi için tek tek bireylerin altından kalkamayacağı bir nitelikten kaynaklanır. Hatta bir iddia göre; belirli bir paradigmanın değişimi için o konuda itiraz edip çalışan ortalama 5,000 bilimadamınınolmasını öne sürer. Niceliksel olarak bu sayı kesin olmasa da değişim için bir yapının ve organizasyonun zorunluluğu kaçınılmazdır. Türkiye bunu ne ölçüde başarabilir bilemeyiz fakat Zihinsel Kolonyalizmden kurtulmanın bedeli, tıpkı Maddi Kolonyalizmden kurtulmanın bedeli gibi ağırdır.