Sömürgecilik ve ona karşı verilen savaş, her toprakta farklı vecheler gösterebilir. Muhakkak ki her yerde aynı olması mümkün değildir. Tarihi, coğrafi, idari koşullar belirleyici olabilmektedir. Gündelik dilin izinden gidecek olursak “İngiliz tipi şöyle, Fransız tipi böyle” çokça duyduğumuz bir cümledir; genel kültürün içinde kendine yer etmiş, bildik bir kalıptır.
Sömürgeci devletin kim olduğu, sömürülen halkın bileşimi, arada kalanlar, etnik-sosyal kompozisyonlar süphesiz etkili olmaktadır. İnsan labaratuvardan çıkma değildir. Bu imleme, çoğu yerde bizzat Engels’ten alıntılanır. Engels sanki, marksizmde öyle sanılır, aslında öyle değildir gibi bir savunuyu, bizzat bir ön-alma olarak yapmaktadır. Çünkü marksist bilme biçimi, sıklıkla indirgemeye başvurduğunda, hele ki bilicilik boyutunda, bu handikapa düşmekle eleştirilir.
İlintili olabilecek bir tablo, Cezayir’den, uzak olmayan bir geçmişten çıkar gelir. 600 sayfalık bir kitabın içinde sadece bir pasaj olarak geçse de, özet bir resim sunmaktadır: İspanyol anarşistleri 1939’da yenilince son gün, son saat güneyden kaçıyorlar. Güneyden kaçanlar sahilden atladıkları gemilerle hemen karşı kıyı olan Cezayire geçiyor. Fas’a geçmeleri mümkün değildir, çünkü Fas zaten bizati İspanyol sömürgesidir, hatta Franko darbeyi bizzat Fas’taki sömürge garnizonundan ateşlemiştir ki, orada evvelden de ne kadar etkin olduğu ortadadır.
Kuzeyden kaçanlar İspanya-Fransa sınırındaki dağları aşarak Fransa’ya geçtikleri gibi, güneyden kaçanlar da aslında bir nevi yine Fransa’ya, yani Fransız idaresine kaçmış olmaktaydılar. 1940’lar Cezayir’in Fransız sömürge idaresi altında olduğu yıllardı. Fransız anakarasına kaçanlar orada 2. dünya savaşının zor şartları altında geçici kamplarda uzun süre kalırken, Cezayir’e kaçanlar da yine ilk yıllarda kamplarda meskun edilmişti. Fakat peşi sıra bu kitlenin kentlere, özellikle Fransız sömürgesiyle Cezayir’e yerleşen eski İspanyolların çokça yaşadığı Oran gibi büyük kent merkezlerinde yaşamalarına izin verilmişti. Buradaki sol ve işçi çevrelerle kaynaşmaları imkan dahilindedir.
Fakat İspanyol iç savaşı muhaciri bu sol İspanyollar, 1950’lerle başlayan sömürge karşıtı savaşıma katılmamıştır. Bunun sebebi kendileri her halükarda geçici bir misafir olarak görmektir. Hikayenin iki paragraf resmedildiği kitapta böyle geçmektedir. Kitabın yazarı David Porter, bunun akla en yakın olan olduğunu söylemektedir. Çünkü yıllar da sürse, sayılı gün diye düşünmek, kendini misafir olarak addetmek, müdahil olmama durumunu beraberinde getirecektir.
3. taraf olmak, 3. yolcu davranmak ilk elde akla gelendir. Bir taraf olma sorumluluğu hissetmemişlerdir. Elbette Fransız sömürgesi yanlısı bir çizgide değildirler. Hatta Franko ile, yani faşizm ile özdeş gördükleri Cezayir’deki sağcı-sömürgeci-silahlı Fransız örgütlere düşman olmaları muhtemeldir. Yine de tarafsız-pasifist konumlarını terketmezler.