Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhammet Özdemir, Yahudi soykırımı ve sömürgecilik geçmişini Batı’nın iki büyük günahı olarak nitelendiriyor. Bazı vicdan sahibi Batılı aydınların da bu geçmişten utandığını söyleyen Özdemir, Türkiye’de akademisyenlerin Postkolonyal literatüre evrensel düzeyde katkı sağlayamamasına önemli bir sorun olduğuna dikkat çekiyor. Doç. Dr. Özdemir, Kolonyalizm.com’a verdiği röportajda postkolonyalizmin doğru anlaşılmasına dönük önemli açıklamalarda bulundu.
Postkolonyalizmin ‘Postu’ nereden geliyor?
Bu konuda teorisyenlerin farklı yaklaşımları var. Sahanın ilk teorisyenleri ‘postu’ ‘after’ şeklinde anlıyorlar, yani kolonyalizmden sonrası. Fakat onlara 90’lı yıllarda yöneltilen eleştiriler oldu. Bu eleştirileri yapanlar İngiltere ya da Amerika’da yaşayanlardan ziyade Afrika’da, Hindistan’da, Asya’da, Afrika bölgelerinde yaşayan teorisyenler. İtirazları şu, bu post, sonra manasına gelmiyor. Burada doğru ifadenin kolonyalizm sonrası değil yeni sömürgecilik olması gerektiğini söylüyorlar. Ben de bunun daha isabetli bir tanım olduğuna inanıyorum. Şunu da belirtmeliyim, bu çalışmalar daha çok Amerika’da yapılıyor. Amerika’da sömürgeleştirilmiş bir toplum. Bugün Amerikan Rüyası denen hikaye 19. yy’da başlıyor. 2. Dünya Savaşından sonra Amerika’nın dünyaya yeni bir sistem getirdiğini görüyoruz. Bu yeni sistemde eskiden Avrupa tarafından sömürgeleştirilmiş toplumların ulus devlet kimliğine kavuşturulması da yer alıyor.
Sonrası ve yeni kavramları arasında büyük bir anlam farkı var. Bu alanda oluşan literatür hangi kavram ekseninde oluştu?
Bu literatür büyük oranda sömürge kavramı etrafında teşekkül etmiştir ve esas itibariyle Jean-Paul Sartre ve Frantz Fanon literatürün teşekkülünde önemlidirler. Gelişmiş merkezi büyükşehir (metropoliten) ve buna özenen gelişmemiş kenar kentten (post-kolonyal) ilk söz eden Fanon’dur. Edward W. Said de onun bu kavramsal yaklaşımından yararlanmaktadır. Düşünce itibariyle Tanzimat düşüncesi veya Hindistan ve Mısır’daki eleştiriler Siyahi Hareket’ten öncedir denilebilir. Ama Negritude Hareketi olmasa post-kolonyal çalışmalar sömürgeleştirmenin psiko-analitik arka planından mahrum kalacaktı. Fanon kaliteli bir psikiyatristti. Burada sömürge güçlü beyaz Avrupalıların başlattığı ve yerlilerin de bilgisizlikleri nedeniyle katıldıkları ortak bir süreç niteliğinde kabul edilmektedir. Öte yandan Avrupa-merkezciliğin sona erdiği İkinci Dünya Savaşı konjonktüründe hem Fanon konuştu, hem de bu ve benzeri konuşmalar ABD’nin işine geldi. ABD, kendi ekonomik kazancını ön planda tutuyor. Amerika için ticaret önemli. Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri’nde şunu söylüyor, ‘Amerika, Avrupalılara Afrikalıların ulusal bağımsızlıklarına müsaade edin. Afrikalılara da Afrika, Afrikalılarındır dedi’ Fakat daha sonra IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarla bölgenin kaynaklarını kültürel ve ahlaki olarak sömürdü. Fanon’un analizi böyledir.
Amerika ile Avrupa arasındaki ilişki doğru anlaşılmalı
ABD politikalarıyla postkolonyalizm arasındaki ilişkiden bahseder misiniz?
Bu çalışmaalrda üç önemli eksiklik var. Avrupa ile Amerika’nın gelişmekte olan bölgelere dönük çalışmalarında farklılık var. Kıta Avrupası’nda yapılan Doğu çalışmalarında din, olumsuz, iğrite edici bir tema olarak işlenirken ABD tarafından oluşturulan literatürde İslam tarihi yanlış anlaşılan, doğru anlaşılması gereken, aslında ötekileştirilmesi yanlış olan fakat düzeltilmesi gereken bir şey olarak temsil ediliyor. Din psikolojisi ve sosyolojisi de yine ABD merkezli yürütülen çalışmalar oldu. Sekülerlik hayatın ticarileşerek daha kuşatıcı bir toplum modeli anlamına geliyor. Türkiye’de algılandığı gibi din karşıtı bir şey değildir. Bunların doğru temellendirilmesi gerekiyor. İkincisi, Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilere dönük gereken çalışmalar yapılmıyor. Üçüncüsü, Postkolonyalizm ile küreselleşme arasındaki ilişkiye dair analiz yapılmıyor.
Neden bu analizler yapılmıyor?
Üçüncüsü ABD dış politikası ile ilişkiliyken ikincisi ABD’nin gelişmekte olan ülkelere dönük yaklaşımıyla ilgili. ‘Başkası olma kendin ol’ şarkısındaki bu söz ekonomiyle desteklendiğinde Türkiye’de, Brezilya’da, Çin’de, Doğu Avrupa toplumlarında tatlı geliyor. İnsanlar geçmiş sıkıntılardan ziyade önlerine bakarak tüketici olmayı tercih ettiler. Biz eskiden yoksulduk nasıl bir anda böyle zenginleştik sorusunu sormadık. Bunlar iyi analiz edilmeli.
Post kelimesi üzerine giyilen, kapatan anlamına da geliyor. Postkolonyalizmin postu geçmiş kolonyalizmi perdeleyen bir anlama da geliyor olabilir mi?
Bunu Derrida yapıyor. Bunu İngilizce de yapmak acaba mümkün mü bilmiyorum. Fakat gerçekten bu şekilde bir postun içine koyma, geçmişi kolonyal değilmiş gibi gösterme çabası, makyaj var.
Sömürgecilik hafızanızla oynar
Kolonyalizmin üstü kapatılmak mı isteniyor?
Bizim modernleştirme dediğimiz şeyle sömürgeleştirme arasında çok büyük bir fark yok aslında. Sömürgeci, sizin sosyal ve kültürel kapitalinizle oynuyor. Bourdieu ile başlayan çalışmalar bunu gösteriyor. İnsanın, toplumun en büyük sermayesi bilgidir. Bu da deneyimle oluşuyor. Yapılan her şey bilgiye referanstır. Bu bilgi sayesinde ekonomi, siyaset, hukuk üretirsiniz. Bu sayede dışarıya bir şey ihraç etmeye başlayıp karşılığında bir şey alırsınız. İşte sizden daha güçlü olan yapılar sizin bu birikimizi alt üst ediyor. Askeri zayıflık ve iç iletişimsizlikten faydalanarak gelip size el koyuyorlar. Sizin tüm kaynaklarınızı alıyorlar. Bunun adı yağmacılıktır. Sömürgecilikse bundan sonra başlıyor. Sizin hafızanızla oynuyorlar. Fransız devrimi, sizde ortaya çıkmadı, ondan dolayı bize yenildiniz diyerek başlayıp, sizin coğrafyanız, kültürünüz, göz renginiz, inancınız, teniniz hepsiyle ilgili değeriszleştirmeye başlıyorlar. Gelenekleri yok sayıyorlar. Örneğin bu bölegelere görücü usulü evliliğin ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyorlar fakat kendileri, kraliyet ailelerinde görüldüğü gibi hiç de severek evlenmiyorlar. Mülkiyetin devamlılığı göz önünde bulundurularak tercihler yapılıyor. Burada insanların aşklarıyla, sevgileriyle ilgili bir değerlendirmede bulunmuyoruz. bu başka bir şey. Konu ekonomik. Toplumun uzun yılların birikimiyle oluşan kuralları yok sayılarak mesele sadece tesadüflere indirgeniyor. Sömürgecinin zihni şöyle çalışır; toplumlar kendi deneyimlerinden ne kadar uzak kalırlarsa akılları o kadar az çalışır. Bir toplumun kültürel kapitali yoksa isterse 2 milyar olsunlar onlar bir güç olamazlar. Bunun için gelenek ve örf dağıtılarak insanların yabancılaşması, zayıflaması sağlanıyor. Sömürgecilik sizin hayatla ilişkinizi alt üst edip sizi buna alıştırır. Başkası olma, kendi ol demiştim, işte postkolonyalizm başkası olduğumuzu bize gösterdi. Ama kendin olun içeriğine dair bir deneyimimiz olmadığı için bir fikrimiz de yok.
Postkolonyal çalışmaların, Batı’da kolonyalizmin daha iyi anlaşılmasını sağladığını söyleyebilir miyiz? Batılılar, kendi geçmişlerine baktıklarında yaşattıkları acıları görüyorlar mı?
1950 yılının öncesiyle ilgili bir pişmanlık var. Bence bu pişmanlığın en önemli sebebi Avrupa’nın büyük ölçüde ABD’ye bağlı olması. Postkolonyal çalışmaların Amerika açısından önemi şudur; 2. Dünya savaşı öncesi Avrupa tarafından sömürülen toplumların yeniden sömürülmesine mani olmak. ABD kendisinin komisyon almadığı ilişkileri kabul etmiyor. Örneğin Almanya doğu ve batı olarak ayrıldıktan sonra batı, doğunun içinde kalmıştı. Batı Berlin’in doğu’da kalması bu tipik postkolonyal bir durumdur. Alman arkadaşlara bunu söyledim. Buna tepki gösterip, bizi doğu devletleriyle aynı kategoriye sokamazsın dediler. Bu tepki bana çok tanıdık geldi. Afrika ülkeleri de bu şekilde tepki veriyor. Batı Berlin’in durumu tam olarak sömürge sonrası bir şehir. Bu durum Almanya’nın Amerika karşısındaki lokasyonuyla ilgili. Bu konuda çalışma yapmayı düşünüyorum. İsrail de postkolonyal bir devlettir. Ama İsrail’deki çalışmalar İsrail’e dönük yapılmıyor. Ella Shohat Newyork Üniversitesi’nde bu konuları çalışıyor. Fakat o da İsrail’i dışarıda bırakıyor. Avrupa toplumları tam utanma demesek de iki şeyden rahatsız; Yahudi soykırımı ve sömürgecilik.
Bu konuda bir yüzleşme var mı?
Akademik olarak var diyebiliriz. Postmodernizm literatürü aydınlanmanın reddedilmesidir. Türkiye’deki akademisyenler bunu red olarak görmüyor. Foucault da ‘Aydınlanma Nedir?’ metninde bütünüyle red ettiğini söylemiyor ama Fransız akademisyenler, örneğin Bruno Latour’un, insan ve toplum merkezli bilim felsefesi ve bilimsel doğrulama anlayışı bütünüyle Thomas Khun ve Karl Popper’ın bilimsel paradigma anlayışına, felsefi arka planına dayanıyor. Bunlar aydınlanmayla birbirine karşıt. Başka filozofları da örnek verebiliriz.
Batı ve demokrasi dediğimzide akıl, özgürlük ne kadar ön plandaysa eşitlik de o kadar ön plandadır. Herkesin eşit olması gerektiğine dair bir anlayış yer alıyor. Ama Fransa bugün 14 ülkeden sömürge vergisi almaya devam ediyor. eşitlik bunun neresinde?
Açık söylemek gerekirse Amerika, Avrupa’nın bu uygulamalarını engellemeye çalışıyor. Fransız postmodernizminin tüketim toplumu muhalifi olması ve pragmatizmi eleştirmesinin nedeni, Amerika’nın sömürge ilişkisini kabul etmemesi. Çünkü bu ilişki bittiğinde o bölgeleri Amerika kontrol edecek. Bu yüzden Montaigne’nin cümlesini sıklıkla kurarlar; ‘Kırdım diyorsun zincirlerini, evet, köpek de çeker koparır zincirini, kaçar o da, ama halkaları boyunda taşıyarak.’ ‘Kölelerin’ kendi başlarına bırakılmayacağına inanıyorlardı. Eğer ‘köleler’ kendi başlarına bırakılırsa kendilerine zarar vermeye başlarlar. Bu yüzden özgürlüğün kademe kademe ilerlemesi gerektiğine inanıyorlardı. 1950 öncesi Afrikalılar Fransa’da, Hindistanlı İngiltere’de akademisyen olamıyordu. Surinamlı siyahi bir futbolcu Hollanda’da da yılın futbolcusu seçilmezdi. Ama artık bu mümkün. Amerika dünyaya iki yenilik getirdi; bireyselleşme. Kişinin soysal ve toplumsal ilişkileri ortaya konan emeğin hakkında karar verilmesini belirlemiyor. İkincisi, ABD göçmen toplumu olduğu için diğer toplumların da göçmen toplumlarına dönüşmesini istedi.
O zaman bu çalışmaların Batı’da bir dönüşüme neden olduğunu da söyleyebiliriz..
Biz kazanmıyoruz pozisyonundan bakacaksak biz yine kazanmıyoruz. Fakat bizim biraz, başkasının da kazandığı bir denklemden bakacak olursak bugünkü ilişkiler daha iyi. Türkiye – Avrupa ilişkileri gibi. Fuat Sezgin’in Avrupa’da ortaya koyduğu çalışmalar ortada. Artık bunlar yapılabiliyor. Aydın Sayılı’nın çalışmalaırnı da buna örnek gösterebiliriz.
Türkiye’de postkolonyalizm alanında yapılan çalışmalar dünya akdemilerinde ilgi görüyor mu?
Kalkınma planlarımız incelendiğinde şunu görüyoruz, biz inovasyondan ziyade ekonomik şartlar da göz önünde bulundurularak tanıtıcı şekilde bilgi üreten, ülke insanını dünya hakkında bilgilendiren bir yaklaşım esas alınıyor. Eğer postkolonyalizm alanındaki çalışmalarınız ABD-Avrupa ve ABD ile postkolonyalizm arasındaki ilişkileri içeriyorsa aynı zamanda, kültürel ve sosyal geçmişinizle sahici bir ilişki içeriyorsa biz inovasyon yapabiliriz. İHA gibi felsefe de üretebiliriz. Fakat şu anda böyle biz vizyon var demek zor. Postkolonyal çalışmalar İngiliz edebiyatı bölümlerinde Afrika ülkelerinin modernizm deneyimlerini, romanları konu alıyor. Sosyoloji de ise daha kötü. ABD’de görücüye çıkmış yeni teorisyenlerin Türk okuyucularla tanıştırılması ve Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinin postkolonyalizmle ilişkisini kullanarak kendisine bir pozisyon elde etmek. Postkolonyalizme giriş niteliğindeki ilk eseri ben yazdım. Fanon, Said, Aime Cesaire üzerine yapılan çalışmalar da tanıtıcı çalışmalar. Arif Dirlik ise uluslararası dikkat çeken en önemli isim. Dirlik, Amerika’nın Çin politikalarında belirleyici biridir. Dirlik, toplumların başkası olmayıp kendi olmasına ilişkin olarak yine Avrupa merkezci yaklaşımların esas alındığını göstermişti. Avrupa merkezciliğe karşı çıkarken ulusalcılık ya da marksizme başvurulduğunu işaret etti. Ayrıca toplumun kendisi olma sürecinde kendisini nerede konumlandırdığını sorar. Örneğin Çin, premodern döneme mi gidecek? Hayır, 19, 20. Yüzyılda Avrupalıların seni sömürgeleştirdiği dönem, modernizmine düşeceksin yine diyor. Sonra da kendine mal etmek için modernizm Çin kaynaklı diyeceksin. Bunu bazen bizde yapıyoruz. İngiliz nominalizmi Gazali kaynaklıdır. Descartes’in cogito ergo sum’u İbn Sîna’nın, Kitabü’l-işarat ve’t-tenbihat’taki kendisinin farkında olan nefstir. Hegel’in köle-efendi diyalektiği İbn Haldun’un bedevi-hadari diyalektiğidir. Wole Soyinka biz, Avrupalıların üstünlüğünü, “Bunun kaynağı biziz diyerek kabul etmiş olduk.” der. Avrupamerkezciliği yeniden üretilmiş oluyor.
Avrupa eleştirisinin Avrupamerkezciliğini yeniden ürettiğini söylüyorsunuz. Peki bunun dışına çıkıp yine bir eleştiri yapmak gerekiyor mu? Böyle bir şey mümkün mü?
Elbette mümkün. Bunun için özellikle akademisyenlerin içinde bulunduğumuz çağın şartlarını göz önünde bulundurarak iyi analizler yapıp etkili metinler yazabilmesi gerekiyor. Farklı ülkelerin kütüphanelerinde ve derinlemesine çalışmalar yapıp o hocların manüple edemeyeceği bir duruş sergilenmeli. Tüm bu tecrübenin ülkemize aktarılması gerekiyor. Ayrıca ürettiğimiz bilgieri eleştirmeyi de ihmal etmememiz gerekiyor. Türkiye’de postkolonyal çalışmaların belli seviyenin üzerine çıkamamasının sebeplerinden biri de akademisyenlerin belli konularda endişe etmesi. Örneğin Prof. Dr. İbrahim Kalın’ın İsam yayınlarından çıkmış İslam ve Batı kitabı bu alanda yazılmış önemli bir metindir. Ne olmamamız gerektiğini izah eden çok önemli bir eser. Bunun devamı gelmesi gerekiyor. Orada da ne olacağımızın tartışılması esas alınmalı.