Batlamyus astronomisinin Ortaçağ’ı dömine eden paradigmasının çökmesi, Dünya merkezli evren tasavvurundan Copernicus’un güneş merkezli evren tasavvuruna geçişin yaşanması ile birlikte; dünyanın, insanların gözündeki özel ve kutsal olma değeri bitmişti… Bu değerlerin yerini dünyanın sıradan, basit bir gezegen; gök cisimleri içinde herhangi bir yer olması almıştır…
Eski paradigmada Dünya, insanların gözünde merkezi bir konumda algılanırken, tanrının kutsadığı ve özel yarattığı bir varlık iken; artık yeni anlayışla birlikte sıradan, alelade bir gezegen olmuştur. Bu yüzden, artık dünyaya tanrının bir emaneti gözüyle, tanrının kutsadığı bir varlık olarak bakmanın gereği yoktu…Batı düşüncesindeki bu köklü değişim, Batı ve insanlık için bir dönüm noktasına da işaret eder diyen Capra, bu değişimin, yeni bir dünya ve insan tipini yarattığını, bu yeni insanın varlık, dünya ve içindekiler hakkındaki, kainatla ilgili tasavvurunun da ontolojik ve epistemolojik olarak değişmesi anlamına geldiğini ekler. (Capra, 1992:53-60)
Dünya herhangi bir yerdir artık… Ve artık, içindekilerle birlikte talan edilmeye, sömürülmeye açık bir yerdir…İşte bu anlayış değişikliği ile dünyanın yer altı yerüstü zenginliklerini keşfetme, ele geçirme hırsı ile batılılar, koskoca gezegeni kolonyalist dönemde sömürgeleştirme fırsatı buldular. Coğrafi keşifleri, Rönesans reform hareketleri izlerken, kanlı buhranlı bunalımlı bir yüz yıl sonunda Fransız ihtilali ve Sanayi Devrimine giden yollar önündeki tüm cesetler temizlenmişti… Bu temizliğin içinde mezhep savaşları, soykırımlar, işgaller dünya savaşları da yerini almıştı…Halen almaya devam ediyor, bknz…Ortadoğu…Çünkü, “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” kitabında, T.Kuhn’un dediği şekliyle paradigmal değişimler, devrimlerle mümkündür. Devrimler de; savaşlar, bunalımlar, buhranlar, krizler yaratıyordu. (Kuhn,1995:87-116)
Bu anlayış değişikliği ile birlikte sadece, Tanrı vergisi özelliklerle ve özel kutsal olarak yaratılmış dünya algısı değişmemiştir… Tanrının verdikleri ile geçinen tanrı vergisi özellikleriyle temayüz edip bundan güç iktidar devşiren ne kadar kişi, kurum varsa bunların da sonunu getirmiştir bu durum değişikliği…
Tanrı vergisi soy, sop, kan bağı dolayısıyla, hanedan iktidarlarına meşruiyet sağlayan tüm yönetim tarzları; aristokratlık, soyluluk ya da tanrının seçkin kulları olarak bu seçkinliklerini tanrı vergisi olarak niteleyen kilise ve din adamları gibi kişi ve kurumlar da üstünde durdukları temelden mahrum kalmışlardır… Artık yeni bir dünya var ve bu dünyada insan tanrının verdikleri ile değil kendi kazandıkları ile bir kader yaşamaktadır…
Bu yüzden, alabildiğince çalışma, hırs, telaş, yeni dünya insanlarının motivasyon unsurlarını oluşturmaktadır. Herkesin diğerlerinin sırtına basarak yükseldiği altta kalanın canının çıkacağı, herkesin yukarıya çıkma şansının olduğuna inandırılmış insanlar kitlesi de bu anlayış değişikliğine koşut olarak yüreklendirilmiş ve meydanlara koşturulmuştur…
Özgürlük, hak talepleri, eşitlik arzuları yüksek bu sesler ve kopan gürültülerle tüm dünya yankılanıyordu… İhtilaller, devrimler doğuran bu gürültü patırtıya lojistik destek sağlayan özgürlükçü varoluşçu felsefeler de buna paralel olarak hizmet ediyordu…Böylece son 40 yıldır asrı saadet dönemini yaşayan neoliberal kapitalist düzen için gerekli tüm temizlikler yapılmaktadır.
Artık, verili şartların, statülerin değil; edinilmiş/kazanılmış statülerin belirleyici olacağı bir dünyada kıyasıya yarışın yapılacağı kapitalist sistemde herkeste bir kariyer yapma arzusu, başarı tutkusu ve bir yerlere yükselme telaşının önünde kimse duramazdı… Ailelerin içinde okullarda her yerde artık hiyerarşiye yer yoktur… Annelik babalık müessesesi yıkılmış, çocuklarıyla arkadaş olanlar gelmiştir…Öğretmen öğrenci hiyerarşisi; şeyh mürit ilişkisi de yok edilmiştir…Artık herkes İncili anlayabilir, Kuran müfessiri olabilirdi…Bunun için izlenmesi gereken bir usül, metodoloji, gözetilmesi gereken bir saygınlık makamı da yoktu…Tüm dünyanın Müslümanıyla hıristiyanıyla protestanlaştığı bir yerdir artık yer küre…
Herkesin herkesle eşitlendiği ve dolayısıyla herkesin herkesleştiği bir toplumsal zeminde kimse artık hiç kimse bile değildir…Kitle toplumu ve kültürünü yaratan bu süreçler aynı zamanda küreselleşmenin de parametrelerini oluşturuyordu.
Rekabetçi, bireyselci ve kutsaldan kopmuş, tanrının verdiklerine değil kendi elde ettiklerine dayanan bir dünya talep eden insanlar ordusu yeni dünyayı kuruyordu…Bu durum, aynı zamanda bu arzuları tutkuları doyuracak bir tatmin duygusunu da gerektiriyordu ki endüstri devrimi ile birlikte ortaya serilen sınırsız arza karşılık gelecek talebi doğurmak üzere bireylerin sınırlı olan ihtiyaçlarını çoğaltacak kültür endüstrisi de kuruluyor ve bu endüstri zamanla kitle toplumu namıyla bilindik kitleyi, tüketim köleleri haline getirmiştir. Tükettikçe mutlu olan ve mutlu oldukça mutluluktan sıkılıp yeni mutluluklar arayan tüketim bağımlıları ordusu…
Eski dünyanın aza kanaat eden, tevekkül içindeki, tanrının verdikleriyle yetinip şükreden kulları yerine doyumsuz, hep dahasını isteyen ve aldıkça daha çok isteyen kitleler gelmiş ve sadece bunlara has hastalıklar da doğmuştur…Depresyona giren, melankoli yaşayan, takıntılı, tatminsiz bir çok insan giderek psikotik bozukluklara, anomik hallere, şiddete, suça, bağımlılıklara ya da intiharlara evrilen bir hayata doğru yol almaktaydılar.
Galileo “dünya dönüyor” dediğinde başlamıştı her şey…Nevrini döndürdü bu söz insanlığın…
KAYNAKÇA
Çapra. Fritjof, (1992), “Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası”, Çev. Mustafa Armağan, 2.Baskı, İnsan Yayınları, İstanbul
Kuhn. Thomas, S. (1995), “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”, Çev. Nilüfer Kuyaş, 4.Baskı, Alan Yay. İstanbul