Kolonyalizmde maddi kaynakların mı yoksa manevi (düşünce, fikirler) kaynakların mı öncül ve önemli olduğu meselesi, çoğu zaman bulanıklaşır. Sonuç açısından bakıldığında zaten hedef-amaç maddi kaynakların talanı olduğundan maddikaynaklar dışında her şey ikinci sırada hatta gereksiz kalır ve kalması beklenir fakat Kolonyalizmin çarkının dönmesi açısından bakılırsa, bu kez resim değişir. Böylelikle onun kabul edilmesi, normal sayılması, işlevsel kalabilmesi, varlığını devam ettirmesi vb gibi hayati unsurlar öne çıkmaya başlar. Bu da düşünce ve fikir yani manevi kaynağın öncül ve önemini daha kalın hatlarla belirginleştirir. Batı düşünce ve yapısının Kolonyalizmi üretme ilişkisi tam da bu noktada bizleri işin içine çekip dikkatleri ve en köklü eleştirileri sunmayı gerektirir.
Batı düşünce yapısı içinde 16.Yüzyıldan bu yana giderek keskinleşen ve su geçirmez kaplar gibi ayrıştırılan düşünce/madde, idealizm/realizm, fizik / metafizik ikilemleri, ana karakteri oluşturdu. Bu ikilemin düşünce tarihi boyunca mevcut olduğunu iddia edenler, sanki madde ve mananın aynı keskinlikle birbirinden ayrıldığını varsaydı. Oysa böyle bir şey yalnızca “görünüş” itibariyle yani benzerlik açısından doğruymuş gibiydi. Süreç içinde düşünce maddeyi, madde de düşünceyi büküyor nihayetinde yorum-lama alanı düşüncenin potasında kalıp eridi. Olay ve olgunun kendisi ne Marksizmi ne de en radikal pozitivizmi çıkaracak şeyleri bizzat sunmadı. Onu bağlayan, betimleyen, açıklayan ve yorumlayan düşünceydi. Zihnin hem kavramları hem de şeyleri (nesneleri ve resimleri) bağlama ayrıcalığıydı. Bilimi “bilimsellik”putuna çeviren, işçiyi (çalışanı) kutsal yapan şey işte bu fazlalıktı.
Marks / Hegel ile cisimleşen, Realizm /İdealizm vb tartışma ekseninde belirli bir kutupta yer almayan, oraya oturmayan,kısaca alışıldık Batılı tasnif ve sınıfa girmeyenler, “mitsel” “ilkel” düşünceye sahipmiş gibi algılanıp tanımlandı. Batı dışında kalan düşünce, onlara göre baş aşağı duran bir düşünce değil; karmakarışık, gelişmemiş, bazen çocukça bazen akıl hastalıklarında görülen bozukluk-hastalık (mitik) birdüşünceydi. Başka bir uca savrulan, günümüzde baskın ve yaygın kabul gören bir akım olan Post-modern düşünceye rağmen Batı formülü ve tarzı içinde kalmayan diğer tüm düşünce-düşünme şekilleri “itibarsız” sayıldı (ve halen sayılıyor). Bu durum, düşünce hayatında kendini ilginç biçimde sinsice kabul ettirdi ve ilk gün gibi geçerliliğini korudu.
Post-modern düşünce, diğer kültürlerin ve düşüncelerin de Batı kadar değerli ve geçerli olduğunu fark yaratacak şekilde sözde dile getirmesi, kesinlikle bir aldatmaca taşıdı. Çünkü bu ve benzeri iddialar ortaya atarken yine kendisi (Batı) paye dağıttı yani değeri ve standardı belirledi öte yandan Batı dışı hep aynı şekilde ısrarla dışarda tutuldu. Böylelikle yaklaşık 1960 kadar Batılı efendiler, Antropologlar; “ilkel kabileler ve insanlar da bizim gibidir” demeyene kadar onlar insan olarak görülmedi. Batı harici mesela Çin düşüncesi, akademilerde “şiirsel” görülüp referans verilmedi. Yani Post-modern olmanın yolu da Derrida yahut Foucault gibi konuşmadan geçti. Kısacası büyük bir sahtekarlık pazarlandı.
Kolonyalizmde altyayapı /üstyapı, düşünce/madde, fizik/metafizik çok başka bir hal aldı. İlginç bir şekilde ve ne hikmetse Batılı devletlerin sömürgelerinde, talanlarında, yağmalarında, tecavüzlerinde, fecaat, felaket ve zulümlerinde…vb hiçbirinde filozoflar düşünce ve sanat adamları ortada yoktu. Adeta hepsi birden bir sisin içinde kaybolmuş gibiydi. 500 yıldan beri sürdürülen bu süreçte;düşünce ve düşünce adamlarının kesinlikle yer almadığı söylendi. Aslında Metafizik ile dalga geçen modern düşünce;iş Kolonyalizme gelince, Metafizik sayılamayacak değersiz yeni bir “metafiziğe” başvurdu. Mitsel düşüncede bile olmayan hayaletlerin arkasına saklandı ve bizleri Büyü’leyipesir aldı.
Peki Kolonyalizmde hiçbir suçu günahı olmayan düşünce ve düşünürler fikri, aslında neyi iddia ediyordu?
Bu tür bir iddia ilk etapta; ne maddenin düşünceyi ne de düşüncenin maddeyi bükebileceğini öne süren bir üçüncü yolu sunar gibidir ya da öyle zannedilir. Çünkü böyle bir görüntüye sahiptir. Şayet bu üçüncü yol doğruysa, en kelli felli düşünürler aklınıza kim geliyorsa çöpe gitmesi demektir. Öte yandan Kolonyalizmde suçu günahı olamayan düşünce ve düşünür anlayışları, korkunç sonuçlar ortaya çıkarır. Bunlardan en başat olanı ise; maddenin hiçbir şekilde düşünceyi bükemeyeceği, onu belirleyemeyeceği, şekillendiremeyeceği sonucudur. Yani Marks başta olmak üzere tüm maddeci yoldaşlar baş aşağı çakılır. Ayrıca bu durumun Kolonyalizm kirli tarihi boyunca sürdüğü de söylemiş olur. Bunu garanti altına alarak; düşünceyle birlikte, tüm filozoflarını düşünürlerini aklamaya girişir.
Diğer bir saçma sonuç ise, düşüncenin pozisyonu ve Metafizik ile ilgili ilişkide ortaya çıkar:
Madem madde düşünceyi bükemiyordu o halde neden Metafizik değersizleştirilip günah keçisi ilan ediliyordu? Bu iddia göre; üstün-yüce Batı’lı düşünce ve düşünürler, Kolonyalizm gibi kirli işlere bulaşmıyor, bunda herhangi bir rol oynamıyordu. Bu “saf düşünce ve düşünürler” fikri-iddiası, Metafizikle ilgili büyük bir tutarsızlığı karşımıza koyuyordu.Yani bir yandan Kolonyalizmde asla rol oynamayan saf düşünce ve düşünürler vardı ama diğer yandan Metafiziğin kendisi değersiz bir kurgu-düşünce sayılıyordu. Çünkü O, maddeye ne dokunabiliyor ne de onu şekillendirebiliyordu.Yani etkisizdi fakat Metafiziği aşağılamış Batı düşüncesi ve düşünürleri düşünceleriyle oldukça yüce, üstün ve son derece etkiliydi?! Kısacası Kolonyalizm ile Batılı düşünce ve düşünürler arasında kurulan masum ve saf ilişkide hem Madde hem de düşünce boyutunda yani her iki açıdan saçma ve tutarsız sonuçlar ortaya çıkıyordu.
Kolonyalizmde suçu günahı olmayan düşünce ve düşünürlerin–ki Batı düşüncesinin ve yüce düşünürlerinin tamamıdır bunlar- olduğu kabul edilirse; insanların onu takip etmesi, hiçbir şekilde yadırganamaz. Hatta üstünlük ve raferans için bu durum güvenlikli bir ada temin ve tesis eder. Böyle bir işlevi de üstlenir.
Genel olarak denirse;
Kolonyalizm, madi ve zihni kolonyalizm şeklinde ayrılamaz. Madde ve düşüncenin, fiziğin ve metafiziğin ayrılamaz parçalanamaz birlik ve bütünlüğü dolayısıyla onun ortaya çıkarmış olduğu ve halen çıkardığı talanlar yıkımlar felaketler kan ve zulümler dağının zirvesinde Batı’lı en saygın filozofları, sanatçıları, düşünceyi ve düşünürleri görmekgerekir. Zirvede olanları görmek, doğru bir şeyi görmek ve onu yerli yerine koymak anlamına gelir.