Kolonyalizm Youtube kanalının konuğu olan Dr. Esra Çavuşoğlu; “Emperyalizm, kolonyalizm bitti deniliyor ama İngiltere geçmişte sömürgesi olan ülkelerle olan ilişkilerini Commonwealth (Milletler Topluluğu) sistemi çerçevesinde postmodern formlarda sürdürüyor. Bu ülkeler hala İngiliz kraliyetine bağlı ve vergi ödemeye devam ediyorlar.”
İngiltere’nin, Körfez ülkeleriyle kolonyalizme dayalı ilişkisi üzerine akademik çalışmalar gerçekleştiren Dr. Esra Çavuşoğlu, Kolonyalizm Youtube kanalımızın konuğu oldu. Röportajda, kolonyalizmin bitmediğine sadece form değiştirdiğine dikkat çeken Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, Ortadoğu Sosyolojisi ve Antropolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Çavuşoğlu, İngiltere’nin bölgeye dönük ilgisinin 17. yüzyıla uzandığını söyledi.
İngiltere’nin 19. Yüzyıl sonlarına doğru Körfez ülkeleriyle kurduğu ilişkinin tarihsel arka planından söz ederek başlamak istiyoruz. İngiltere için Körfez bölgesinin stratejik önemi neydi? Buraya tam olarak ne zaman geldi?
Körfez dendiğinde ilk akla gelen şey petrol oluyor. Ancak İngiltere’nin Körfez’e olan ilgisi petrolün bulunmasından öncesine, 17 yüzyıla kadar gidiyor. Bunun öncelikli sebebi, İngilizlerin, Hindistan’da kurdukları East India Company şirketidir. Dolayısıyla Körfez, İngiltere için Hindistan’ın hinterlandı olarak görülmüştür. Basra Körfezi, Hint Okyanusunu, Hürmüz Boğazı ile Körfeze bağlayan ve oradan Orta Doğu’ya, Akdenize ulaşmasını sağlamıştır. Bu şirketin ardından Fransız ve Hollanda şirketlerinin de bu bölgede kurulması küresel rekabetin burada gerçekleşmesine neden olmuştur. Bu sebeple İngiltere buradaki etkisini arttırmak istedi. Bunu da diğer ülkelerde yaptığı gibi doğrudan sömürgecilikle değil, kendisine avantaj sağlayan anlaşmalar çerçevesinde etki alanına almıştır.
Tam olarak hangi dönemden bahsediyoruz?
İlk olarak 1820’de, bölgedeki şeyhliklerle anlaşmasını yaparak Basra Körfezi’ni hakimiyeti altına alır. 1850 ve 60’larda anlaşmaları arttırarak bölgeyi tamamen kendine bağlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda son olarak Katar şeyhliğini de kendisine bağlayarak Basra Körfezi’nde siyasal iktidarını kurar. Katar, istisani bir durum şeklinde Osmanlı’ya olan sadakatini sürdürerek İngiltere ile anlaşmaya yanaşmamış, ciddi bir direnç göstermiştir.
İngiltere’nin Körfez’e yerleşmesine bu ülkelerin iç dinamiklerinden itiraz gelmiş miydi?
Özellikle 40’lı yıllarla birlikte Kuveyt, Bahreyn Adası, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Katar gibi şeyhlikler artık petrol ekonomisine geçmişlerdi. Suudi Arabistan’ı ayrı tutuyoruz. Çünkü Suud İngiliz idaresi altına girmemiş sadece anlaşmalarla bu ilişkileri sürdürmüştür. Petrolün değer kazanması bir yandan İngiltere’nin daha da bölgeye yoğunlaşmasına neden olurken diğer yandan da Arap milliyetçiliği yükselmeye başlamıştı. Özellikle SSCB’den etkilenerek Arap sosyalizmi ve Arap milliyetçiliği İngiliz emperyalizmini hedef almış ciddi bir şekilde tartışılmaya başlanmıştı. Buna bağlı olarak siyasi düzeyde olmasada halklar düzeyinde İngiliz emperyalizmine karşı bir direnç oluşmaya başlamıştı.
Ne düzeyde bir dirençten bahsediyoruz?
Örneğin, Muhammed Kasımi, Şarja Emiri, anılarında gençlik yıllarını anlatırken bir gün gece yarısı kalkıp İngiliz üssünü ateş vermeyi planladığından bahsetmektedir. Fakat yetkililerin bu şekilde bir başkaldırısından bahsetmek mümkün değil. İngilizlere karşı çıkma eğilimi gösteren yöneticiler çeşitli İngiliz stratejileriyle düşürülüp yerine uyumlu olacak bir kardeş ya da kuzen getirilmekteydi, bunun çok sayıda örneği vardır. Zaten İngilitere, bu anlaşmalarla bölgeyi adeta izole ederek, dış dünyayla irtibat kurmasını engellemişti. Bir şekilde kontrol zaten İngiltere’nin elindeydi. Zaten 19. yüzyılda bu bölgeyi yöneten aileler, bağımsıztan sonra da ülkelerini yönetmeye devam etmektedirler.
Bürokratik ve hukuki olarak bu devletlerin inşa edilmesinde İngiltere’nin dahli olduğu hep konuşulur. Biraz bundan bahsedebilir misiniz?
Fransa, Amerika gibi batılı devletlerin bu ülkelerin kapısını çalıp işbirliği yapmak istedikleri döneme kadar baktığımızda İngiltere’nin gerçekten Körfez ülkelerinin temel ihtiyacı olan eğitim, sağlık gibi alanlarda hiçbir adım atmadığını görüyoruz. Hatta Arap Birliği’nin yatırım yapması dahi engellenmişti. Çünkü Arap Birliği Körfez’e yatırım yapsa, Arap milliyetçiliği fikri bu bölgede de karşılık bulacaktı. Bağımsızlık öncesi sadece kendi çıkarlarını korumuş, bölgeye hiçbir yatırım yapmamış, petrol gelirlerinin büyük bir kısmını da İngiliz ekonomisine kanalize etmiştir. Körfez Şeyhliklerinin devletleşme sürecinde İngiltere yoğun rekabet ortamında kolonyal bağlarının avantajlarından faydalanarak hakim konumunu sürdürmüştür. Devlet mekanizmalarının oluşturulması ve gelişmesinde İngiliz uzman ve danışmanlar direk yer almışlardır. Buna paralel olarak, Körfez ülkelerinin çok hızlı bir kurumsal ve sosyo-ekonomik yapılanma ve gelişme içinde olduğu bu süreçte önemli büyük ve karlı kontratları İngiltere kapmış ve pastadan en büyük payı almıştır.
İkinci dünya savaşından çıkmış olan İngiltere’nin, Körfez ülkeleriyle olan ilişkisinin kendisine sağladığı ekonomik kazanç herhalde önemliydi. Petrolün sterline sabitlenmesinden bahsedilir.. Biraz meselenin ekonomik yanını konuşabilir miyiz?
Devasa bir ekonomik kazanç elde edildi. Özellikle Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri İngiliz ekonomisinin can damarlarından biri haline gelmiştir. İngiltere’nin bölgedeki petrol merkezli ekonomik çıkarlarının iki ayağı var. Özellikle bu ülkelerin petrol ihracatından İngiliz şirketlerin ortaklıkları aracılığıyla çok büyük kazançları var. 1973’te yaşanan petrol ambargosu sonucunda petrol ücretleri çok yükselmişti. Bu yükselmeyle beraber körfez ülkelerinin gelirleri beş-on kat artmıştır. Mesela, Kuveyt’in yıllık petrol geliri 1970’te 343.3 iken 1975’te 3.164,9 milyon Sterline yükselmiştir. Abu Dabi’nin petrol geliride aynı dönemde, 95,5 milyondan 1.949,9 Sterline yükseliyor. Bu da aynı zamanda İngildeter’nin de petrol gelirinin aynı oranlarda artmasına neden olmuştur. Diğeri ise İngiltere körfez petrolünün “ihracatçısı” olduğu gibi ithalatçısıdır. Bu dönemde İngiltere’nin petrol ihracatının yüzde yirmibeşini petrol ülkeleri karşılamıştır. İngiltere bu ülkelerden petrol alırken normal fiyat üzerinden değil, yaptığı anlaşmalarla çok düşük bedeller üzerinden ihtiyacını karşılamaktaydı. Artan rakamlarla beraber çok ciddi finans rezervi oluşmuştu. Bu rezervlerin İngiliz ekonomisine kanalize edilmesinde İngiltere postkolonyal araçlar kullanmıştır. Birincisi petrol gelirlerinin bankalarda sterlin hesabına yatırılması. Bu sterlin anlaşmalarını birçok ülke ile yapıldı. Bir diğer araç ise körfez ülkelerinin sahip olduğu fonların İngiltere tarafından yönetilmesi ve kullanılması. Bu fonların yönetilmesi için fonların başına İngiliz yöneticiler tayin edilmişti. Bu uzmanlar finansın İngiliz bankalarına, şirketlerine yatırım yapmalarını sağlamıştır. Kuveyt ve Abu Dabi Körfez’in iki petrol devi, İngiltere’nin en büyük yatırımcıları olmuştur. Örnek vermek gerekirse Kuveyt 1974’te İngiliz devlet tahvillerine 1 milyar Sterling tutarında yatırım yapmıştır ki bu İngiliz ekonomisi için büyük bir servet olmuştur. St Martines gibi önemli İngiliz şirketlerinde büyük yatırımları olan Kuveyt’in 1986’da İngiliz petrol şirketi BP’nin yüzde 21.6’sını satın aldığını görüyoruz. BAE’de aynı şekilde, mesela Glinwed International, Granada Group gibi büyük İngiliz şirketlerinde büyük yatırımlar yapmıştırki bunlar açıklanan çok küçük bir dilimin sadece birkaçıdır. Diğer taraftan Körfez ülkelerinde tekel oluşturmuş olan belli başlı büyük İngiliz şirketi ticari alanda da hakimiyetini sürdürmüştür.
İngiltere’nin, körfez bölgesiyle güçlü bir ekonomik ilişki kurmasının yanında askeri olarak da varlığı olmasına rağmen 1971 yılında neden çekiliyor? Bağımsızlığını ilan eden devletler bağımsız politikalar izleyebildi mi?
İngiltere’nin çekilme kararı İşçi Partisi, yani sol parti tarafından alınmıştı. 1968 yılında bu karar alınırken emperyalizme karşı ve sosyalist mücadele yükselişe geçmişti. İşçi Partisi bu kararı alırken Muhafazakar Parti buna şiddetle karşı çıkmıştı. Burada nasıl çekildiğine dikkat edilmeli. 1961 yılında Kuveyt’ten çekilirken bunun örneğini göstermişlerdi. İngiltere bu bölgeden askeri varlığını çekerken kolonyal varlığını sürdürmüştür. Siyasi ve finansal kaynakları daha güçlü kontrol edecek bir sistem kurmuştu. Daha düşük bir maliyetle askeri varlık bulundurmadan siyasi ve ekonomik varlığını genişleterek çekilmesini gerçekleştirmiştir. İşte biz buna postkolonyalizm diyoruz.
Bu çekilmenin ardından İngiltere’nin Körfez ülkeleriyle olan ilişkisi nasıl sürdü? Tam burada kolonyal ilişkilerin varlığından söz edilebilir mi?
İngiltere’nin körfezde postkolonyal varlığını sürdürmesindeki en önemli araç mevcut yönetimlerin devamına bağlıdır. Dolayısıyla İngiltere mevcut rejimlerin devamı için arkalarındaki en büyük güç olmuştur. Nitekim mevcut yönetimlere muhalif hareketler ortaya çıktığında İngiltere kendi gücünü kullanarak tedbirler almıştır. Aslında İngiliz ve Amerikan ortaklığı ile oluşan statükonun devamına çalışılmıştır.
Çalışmanızda Batılı ülkelerin, sömürgeci geçmişin ardından yeni koşullarda sömürülen ülkelerle kurdukları ilişkilerde, ‘dış yardım’, ‘insani yardım’, ‘demokrasinin geliştirilmesi’ gibi ifadelerin önemine dikkat çekiyorsunuz. Yine kolonyal memurların danışman pozisyonuna terfi etmesini de buna örnek verebiliriz. Batı, bu tarz söylemlerle kolonyal iddialarını sürdürüyor denebilir mi?
ABD ve İngiltere’nin sömürge bölgelerinde kullandığı en güçlü araçlardan bir tanesi bu dış yardım meselesidir. Ama körfez ülkelerinin petrol zenginliği nedeniyle dış yardım askeri yardımla sınırlı kalmıştır. Bu da İngiltere’ye Körfez ülkeleri ile güvenlik anlaşmalarının sürdürülmesi ve büyük silah satışlarının artışlarının garantilenmesi olarak geri dönmüştür. Daha çok ekonomik kaynakların İngiliz ekonomisine göndermesi şeklinde kullanılmıştır. İngiltere oradan çekilirken mevcut insan kaynağını zaten korumuştu. Burada bulunan kolonyal memurlar çeklime sonrası büyükelçiliğe yada elçilik çalışanına dönüşmüştür. Yine danışman olarak aktif görev yapmışlardır.
Mesela ‘bu danışmanlar’ tam olarak ne iş yapıyorlardı? Albay Ian Henderson Bahreyn Polis Teşkilatı Başkanlığı görevini 30 yıldan fazla sürdürmüş. Biraz uzun bir süre değil mi?
Bu danışmanlığın çok ötesinde bir durum. Henderson hem emniyet müdürlüğü yaparken aynı zamanda Bahreyn’in istihbaratını da kontrol eden biriydi. Bahreyn’de muhalif bir hareket çıktığında Henderson’nın kendi istihbaratıyla ve güvenlik yöntemleri ile olaylara müdahale ettiğini görüyoruz. En üst düzeyde emirin ya da kral/sultanın danışmanlığından bakanlar ve bakanlık kurumlarınaa kadar siyasi ekonomik, teknik alanlarda her yerde bu İngiliz danışmanlar görülmektedir. İngiliz danışmanlar çekilme sonrası Körfez ülkelerinin siyasi ve ekonomi politikalarının İngiliz çıkarlarına hizmet etmesinde oldukça kilit bir rol oynamıştır. Halen İngiliz danışmanlar körfez ülkelerinde etkisini sürdürmektedir.
İngiltere’nin Körfez ülkelerinde geliştirdiği kolonyal siyasetin kültür ve eğitim gibi alanlardaki etkilerinden de bahsedebilir miyiz?
Kültür alanında Sandhurst Kraliyet Askeri Akedemisi çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Körfez liderlerinin pek çoğu Sandhurst mezunudur. Bu da İngiliz etkisinin çok üst düzeyde olğunu göstermektedir. Oradaki askeri eğitimle yetişen liderler körfez ülkelerini yöenetmektedir. Bu gelenek bugün hala devam etmektedir. Bu insanlar İngiliz bakış açısını kültürünü burada öğrenmektedirler. Bunu devamında en önemli alanlardan bir tanesi de eğitimdir. Körfez ülkelerinde İngiliz okulları açılmıştır. Yönetici ailelerin çocukları Oxford, Cambridge gibi okullarda okumaktaıdr. Bir çok İngiliz üniversitesinde körfez sermayesinin sponsorluğu söz konusudur. Bu ülkelerden gelenlere ayrı kontenjanlar ayrılmaktadır. Burada dilin de çok büyük önemi vardır.
İngiltere’nin bölgedeki etkisine dönük bir eleştiri oldu mu?
Hem körfez ülkelerinden hem de İngiltere’den bunu eleştirenler var ABD’nin de körfez savaşından sonra bu ülkelerle olan ilişkisi daha da güçlendi. Fakat İngiltere kolonyal bağlarını hala güçlü bir şekilde sürdürüyor. Bugün bir çok batılı ülke de körfezde İngilete ile rekabet halinde. Bugün körfez ülkeleri dünya petrol rezervinin yaklaşık yüzde altmış-altmışbeşine sahip. Bütün dünyanı gözü burada. Hakimiyet tamamen İngiltere’de demek zor. Diğer batılı ülkelerde gözlerini de buraya dikmiş durumdalar. Ama tabi ki İngiltere’nin özel bir konumu var. İngiltere bölgesel güvenlik tehditleri söylemi ile de etki etmekte. Hem bu sayede silah satıyor hem de kendisine olan güvenlik bağımlılığını sürdürüyor. Mesela, Irak-İran savaşında İngiltere savaşın sürdürülmesi politikası yürütmüştür. Bu şekilde iki istenmeyen bölgesel rejimin birbiriyle savaştırılarak yıpratılması hedeflenmiştir. İngiliz yetkililer Irak ve İran’ın savaşmasının petrol zengini körfez ülkelerinin İngiltere’ye daha yakın durmasına neden olduğunu, bu sayede körfezin İngiltere’ye olan bağımlılığının arttığını söylemişlerdir. Bu savaş boyunca hem Irak’a hem İran’a silah satmaya devam etmiştir. İngiltere burada tarihsel “koruyucu” rolünü sürdürmüştür.
Bir makalenizde çok önemli olduğunu düşündüğüm bir tespit yapıyorsunuz; ‘İngiltere’nin özellikle çekilme sonrası bölgeye yönelik dış politikası ve bölge ile ilişkileri akademik çalışmalarda ihmal edilmiştir.’ Bu basit bir ihmalden mi kaynaklanıyor yoksa başka bir sebep aranmalı mı?
Çekilme sonrası bölge ziyaretinde güçlenen bir ABD faktörü var. Bölge siyasetinde Amerika’nın belirleyici olması akademik çalışmaları Amerika’ya yönlendirmiş olsa da burada çok da masum olmayan bir durum var. İngiltere’nin bölge ile olan kolonyal bağlarını daha rahat sürdürmesi için Amerika’nın kanatları altına girerek daha düşük düzeyde bir profil sergileyerek buradaki çıkarları sürdürme girişimi var. O dönemlerde İngiliz siyasetine dönük yapılan çalışmaların daha çok İngiliz akademisyenler tarafından yapıldığını görüyoruz. İngiliz akademisyemler de dikkatleri daha çok Amerikan siyasetine çekiyorlar. İngiliz akademisyenler bu konuların üstünü örtüyor. İngiltere’nin körfez ülkelerine dönük kolonyal siyasetini araştıran akademik çalşmalara rastlamak zordu. Son bir iki yıldır bu konuda bazı çalışmalar yapılmaya başlandı. Şuanda İngiltere kolonyal bağlarını daha da güçlendirmek derdinde. Körfez ülkeleri de bunun başında geliyor. Emperyalizm, kolonyalizm bitti deniliyor ama İngiltere geçmişte sömürgesi olan ülkelerle olan ilişkilerini Commonwealth (Milletler Topluluğu) sistemi çerçevesinde postmodern formlarda sürdürmeye devam ediyor aslında. Bu körfezle de sınırlı değil. Elli altı ülkeden oluşan Commonwealth sistemi ile İngiltere bugün siyasi anlamda bu ülkeleri teminatı altına alıyor ve ekonomik olarak sistemini sürdürüyor. Bu ülkeler hala İngiliz kraliyetine bağlı ve vergi ödemeye devam ediyorlar. Bu üzerinde durulmayan ama çok önemli bir mesele. İngiltere’nin hazırladığı Commonwealth sistemine baktığınız zaman küçük, gelişmekte olan ülkelere katkı sağlamak, demokrasilerine güç vermek, bu ülkelerin ilerlemesi için İngiltere’nin onlara destek olduğu bir sistem gibi sunulmaktadır. Aslında tabi ki öyle değildir. Bu ülkelerin kaynakları İngiltere tarafından kontrol edilmekte ve İngiliz ekonomisine kanalize edilmektedir. Dış yardım meselesi de İngiltere tarafından tam olarak burada kolonyal bağlar üzerinden kullanılmaktadır.
Röportajın tamamını Youtube kanalından izlemek için;