Turan Kışlakçı, ‘Son 100 yılda o kadar üniversite açıldı fakat yine de sömürgecilik üzerine ciddi çalışmalar yapılmadı. Bu süreçlerin iyi işlenmesi gerekirdi. Bugün Avrupa’da gördüğümüz zenginlik bu dünyanın sömürülmesiydi.’ dedi.
İslam dünyası ve sömürgecilik ilişkisini gazeteci Turan Kışlakçı ile konuştuk. İslam dünyasını yakından tanıyan ve coğrafyaya ilişkin yaptığı araştırmalarla tanınan Kışlakçı, Kolonyalizm YouTube kanalında, Batı’nın gerçekleştirdiği sömürge hareketlerinin erken dönemlerden itibaren İslam dünyasında direnişle karşılaştığını belirtti. Müslümanların 350 yıldır çok farklı coğrafyalarda kolonyal hareketlere karşı mücadele verdiğini belirten Kışlakçı, direniş dönemlerine ilişkin gerekli akademik çalışmaların yapılmadığını dile getirdi.
Kolonyalizmin islam coğrafyasındaki izlerinden bahsedelim. Bu coğrafyada neler gördünüz, nelerle karşılaştınız?
Üçüncü Selim döneminden itibaren yaklaşık 200 yıldan bu yana sömürgeciliğin etkilerinin İslam dünyasında hala devam ettiğini söyleyebilirim. Filipinler, Malezya, Endonezya ve Hindistan alt kıtasından, Doğu Türkistan ve Fas’a kadar olan bölgede, hatta Balkanlar’da sömürgeciliğin izlerini bulabiliyorsunuz. Maalesef sömürgeciliğin bu coğrafyadaki tahribatı üzerine ciddi bir çalışma yapılmadı. Osmanlı’nın son döneminde bu konuya çok geniş yer verilmemiş. Sadece dergilerde katliamlara dönük haberler yer alıyor fakat sömürgeciliğin yarattığı etkiye dair ciddi araştırmalar yer almıyor. Son 100 yılda o kadar üniversite açıldı fakat yine de sömürgecilik üzerine ciddi çalışmalar yapılmadı. Bu süreçlerin iyi işlenmesi gerekirdi. Bugün Avrupa’da gördüğümüz zenginlik bu dünyanın sömürülmesiydi. Bugün müzelerde görülen eserler, zenginlerin evlerindeki sanat eserleri bunların büyük bir kısmı Afrika’dan, Asya’dan çalınan eserlerdir. Tabi kaynakların çalınmasının yanında konunun böyle bir boyutu da var. Emperyalizmin bu coğrafyada yarattığı siyasi ve kültürel emperyalizm de ayrıca incelenmesi gereken bir konu. Artık zaten bunları kendileri dahi yazıyor. Biz sadece onların yazdıklarını okuyoruz. Geçenlerde çıkan bir kitapta Batı’nın İslam dünyasından yaptığı çevirilerle bir kalkınma yaşadığı vurgulanıyordu. Yazar, Batı’nın en büyük hırsızlığının İslam dünyasındaki yazarlara ait kitapların kendi kitaplarıymış gibi basılması olduğunu söylüyor. Katliamlar tarihi ayrıca yazılmalı. İtalya’nın Trablus’ta yaptığı çok ciddi katliamlar var. İlk havadan bombardımanla köyler yakıldı. İngilizler’in Afganistan’da yaptıkları.. Irak’ta yapılanlar.. İngilizler 1.5 milyon Bangladeşli’yi açlığa terk ederek katlettiler. Franszılar’ın Cezayir ve Fas’ta yaptığı katliamlar.. Cezayir’de Kur’ın-ı Kerim’i, Arapçayı yasakladılar. Hollanda’nın Açe Sumatra’da yaptığı katliamlar.. Amerika’nın Filipinler’de yaptıkları.. Yürümenin zor olduğu ormanlarda müslümanları öldürmek için özel silah yaptılar. Sudan’da müslümanlar kılıçla savaşırken İngilizler özel silahlarla insanları katlettiler. Bunlar hiç çalışılmadı. Bunların tek tek incelenmesi gerekiyor.
Türkiye ve Arap üniversitelerinde kolonyalizme ilişkin çalışma yapılmamasını neye bağlıyorsunuz?
Birçok neden var. Ama açık söylemek gerekirse en önemli sebep siyasi emperyalizmin bu coğrafyada halen etkisini sürdürmesidir.
Akademisyenler çekiniyor mu?
Akademisyenler de, burs verenler de çekiniyor. Bu coğrafyada yaşayan insanlar da bunun ehemmiyetini henüz anlayamadılar. Bugün yaşadığımız birçok düşünsel krizin altında sömürgecilik ve emperyalizmin etkisi var. örneğin Napolyon Mısır’ı işgal etti ve ne oldu? Bununla ilgili çalışma yok. Bunun düşünsel, siyasi, kültürel ve toplumsal etkileri halen çalışılmadı. İngilizlerin Hindistan’ı işgali tüm dünyayı etkiledi. Ama bu etki çalışılmadı. Şimdi yavaş yavaş Hindistan akademilerinde bu konular ele alınıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşanan bazı olayların ardından sürekli Batı’nın sömürgeci geçmişini hatırlatıyor. Ama Türk üniversiteleri kolonyalizmle ilgili yeterli düzeyde çalışmıyor. Bu kopukluk neyle alakalı?
Muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından birçok akademisyen artık sömürgecilik mi kaldı demişlerdir. Sömürgeciliğin bu coğrafyada etkilerinin halen sürdüğünü göremiyorlar. Cumhurbaşkanı buna atıf yapıyor çünkü yaşanan krizlerin altından sömürgecilik olduğunu biliyor. Bunlar artık Afrika ve daha birçok yerde tartışılıyor. Aydın ve entellektüel anlamda bir uyanış var. Bizim aydınlarımızın bu konuları çalışıp halkı bilgilendirmesi gerekir. Ama maalesef bunu yapmıyorlar.
‘Sömürgecilik mi kaldı’ tarzı yaklaşımalrı duyuyorsunuz. Sahayı iyi bilen biri olarak gerçekten sömürgecilik diye bir şey kalmadı mı?
Malezya, Filipinler, Fas, Moritanya gibi yerleri gezdiğimde sömürgeciliği iliklerime kadar hissediyorum. İslam dünyasındaki üniversitelere hala emperyalizm müdahale ediyor. Hangi derslerin okutulacağından, ülkeleri kimlerin yöneteceğine kadar emperyalizm müdahalelerini sürdürüyor. İngiltere Commonwealth sistemiyle hala ülkeleri yönetiyor. Burs veriyor, kendi ülkesinde eğiterek yöntimini sürdürüyor. Bugün yaşadığımız ekonomik krizlerin, toplumsal bunalımların en büyük sebebi sömürgeciliğin devam etmesidir. Bu sadece postkolonyal edebiyatla açıklanabilecek bir şey değil. Sömürgecilik bitti hadi edebiyatını yapalım. Hayır, hala emperyalizm devam ediyor. Geçmişi de konuşalım bugün devam etkilerini de.
İslam dünyasındaki sömürge karşıtı hareketlerden bahsedelim. Müslüman kardeşler, Cemaati islami bunları sömürge karşıtı hareketler olarak tanımlayabilir miyiz?
Bu hareketler kesinlikle sömürge karşıtıdır. Ancak bunun daha da gerisine gitmeliyiz. İngilizlerin Hindistan’ı işgal ettiği, Napolyon’un Mısır’a girdiği dönemlerde ciddi direniş hareketleri var. Süleyman el Halebi Suriyeli bir gençtir. Ezher’e okumak için gittiğinde ikinci senesinde Napolyon Mısır’ı işgal ediyor. Ezher’de hocalar ve öğrenciler şehit oluyor. Fransız sömürge komutanı General Kleber, sömürgeye karşı direnişin merkezi olan Ezher’i bombalatıyor. 19 yaşındaki Süleyman el Halebi, çok sayıda şehit olduğunu görünce Kleber’i öldürmeye karar veriyor. Karşısına çıkıp, Kleber’e kendisine suikast hazırlığı yapıldığını, kendisine özel bilgi vermek istediğini söyleyip herkesin dışarı çıkarılmasını istiyor. Ardından Kleber’i orada öldürüyor. Halebi yakalanıyor, sorgulanıyor. Osmanlı’nın casusu olduğuna kanaat getiriyorlar. Kazığa oturtup Halebi’yi yakıyorlar. Kafatasını alıp Fransız Kraliçesine hediye ediliyor. Bugün kafatası Paris’te İnsan Müzesi’nde, Kleber’i öldüren terörist diye sergileniyor. Oysa işgale karşı çıkan bir gençti. Halebi’nin kafatasını alıp mezarına gömülmesi gerekiyor.
Ülkeyi savunmak da terörizm olarak sunuluyor.
Maalesef bugün böyle bir durum var. Victor Hugo Halebi’nin kendi ülkesini savunan bir kahraman olduğunu yazmıştı. Hindistan’da İngilizlere karşı Bahadır Şah’ın direnişi var. Afganistan’da İngilizlere karşı verilen, Filipinler’de emperyalist Macellan’a karşı Lapu Lapu’nun, Nijerya’da Osman dan Fodio’nun, Fas’ta Hattabi’nin, Ömer Muhtar’ın direnişlerini anlatan ciddi çalışmalar yapılmadı. Che Guevara, emperyalizme karşı direnişi müslümanlar başlattı demiştir. Ama biz bunları yazmadık, unuttuk.
ABD karşıtı görünen bazı mücadeleler için de ‘Amerikancı’ yaftası yapıştırılıyor.
Bunu söyleyenlerin büyük bir kısmı emperyalizm tarafından desteklenen aydınlardır. Müslümanları değersizleştirmek için uyguladıkları bir yöntem. 1750’lerden ikinci cihan harbine kadar bu coğrafyada direnişin merkezindekiler hep Müslümanlardır. Yenildik. Ama yeniden dirilmek için mağlubiyeti kabul etmek gerekir. Evet yenildik, şehit olduk. Müslümanları emperyalizmle ortak etmek işgüzarlıktır. Ciddi bir entellektüelin söyleyeceği bir şey değil bu. İsrail’in kuruluş döneminde de birçok direniş oldu. İhvan silahlı bir hareket kurdu. Bugün Hamas, halen bu hareketin devamıdır. Taliban’ın bazı uygulamaları eleştirilir, bizim de eleştirdiğimiz şeyler var. fakat Taliban o coğrafyada emperyalizme karşı mücadele etti.
Bu direniş hareketleri ne yöne evrildiler?
Özellikle birinci cihan harbinden sonra bu direniş hareketlerine bağlı mücadele eden binlerce insan ya şehit edildi ya da hapishanelerde ölüme terk edildi. Bunlarla ilgili olarak da ciddi çalışmalar yapılmadı. Bu direniş hareketleri çökertildi. Arap dünyasında Arap ırkçılığı yapanların çoğu Hrıstiyanların kurduğu hareketlerdir. Bunlar emperyalistlerle iş birliği yaparak İslami hareketleri bastırdılar. İngilizler, bu coğrafyadan çekildikten sonra bu yapıları iktidara taşıdılar. Bunlar milliyetçi görünseler dahi emperyalistlerle birlikte hareket ettiler.
Kısa vadede ne öngürüyorsunuz?
Bu coğrafyanın büyük bir kısmı yaşananların artık farkında. Asya, Afrika, Latin Amerika halkları uyandı. İngiltere’nin, Fransa’nın geçmişte yaptıklarını bugün sürdürmesi imkansız. Artık emperyalist ve sömürgeci tortu iyi bir şekilde okunup, uyanmış halkların önünü açabilecek çalışmalar yapabilmeli. Afrikalı siyasetçiler bunun farkında. Asya’da birçok siyasi lider sömürgeci tortulardan kurtulmak için mücadele ediyor. Bunun düşünsel ve kültürel ayağını yönetebilecek ciddi bir entellektüel topluluğa ihtiyaç var. Akademik camia bir araya gelip yeni yol haritası belirlemeli. Artık sömürgecilik sonrası yeni bir dünyayı konuşmalıyız.
Yazınızda, yeni liderlere ve aydınlara ihtiyaç duyulduğundan bahsediyorsunuz…
Bugün birçok aydın bu konuları gündeme getirmeye başladı. Aynı şekilde Tayyip Erdoğan, Enver İbrahim gibi siyasi liderler de bunları tartışıyor. Hareket başladı. Ama bunların karşılıklı şekilde analiz edilmesi gerekiyor. Afrika’da yaşananları artık tercüme ederek anlamak olmaz. Artık olayları sahada okuyan, analiz eden aydınlara ihtiyacımız var. Nijer’de, Güney Afrika’da yazılan bir kitabı Türkiye’ye kim aktaracak? Ya da Türkiye’deki çalışmaları bu bölgelere kim aktaracak? Karşılıklı etkileşimi arttırmak gerekir.
Aydınların bir araya gelmesinden bahsediyorsunuz. Fakat her ülkenin kendine göre bir politikası, stratejisi var. Ulus devlet konsepti bunun önünde bir engel olabilir mi?
100 yıl öncesinin kavramları bugün yeniden yorumlanıyor. Demokrasi, marksizm yeniden yorumlanıyor. Aydınlarımıza düşen de bu kavramları yeniden yorumlamak, yeni kavramlar üretmektir. Devletler arası siyasi alanda, uluslararası ilişkilerde, ulus devlet kavramı da yeniden yorumlanmalı. Bugün ulus devletten bahsediyorsanız Orta Asya’dan vazgeçemezsiniz. Milliyetçiyseniz Doğu Türkistan, Bosna beni ilgilendirmiyor diyemezsiniz. Bu yüzden kavramların yeniden yorumlanması gerekiyor. Hala İngilizce ve Fransızcadan çevirilerle uluslararası ilişkiler okutuluyor. Asıl kolonyalizm budur.
İslam dünyasındaki akademilerin Türk aydınlarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’yi bilmiyorlar. AK Parti 22 yıldır iktidarda AK Parti’yle ilgili Arapça’da bir iki kitap var. Ama İngilizceden çevrilen kitap sayısı 100’ün üzerinde.
Arap aydınların Türk aydınını bilmemesi kimden kaynaklanıyor?
Bence bizim aydınlarımızdan kaynaklanıyor. Biz her şeyi devletten bekleyen bir toplumuz. Bizde devlet emreder yaparız. Son yıllarda herkes felsefeden bahsediyor. Ama ülkemizde filozof yok. Çünkü herkes felsefe tarihçisi. Hepimiz tarihçiyiz. Bu yüzden yarım yamalak işler yapıyoruz. Olayları analizde ciddi sorunlar yaşıyoruz. Konularımızı kendi kavramlarımızla düşünmüyoruz.
Türk ve Arap akademileri arasında güçlü bir bağ olmadığını anlıyoruz.
Kesinlikle. Ne düşünce kuruluşlarımızın, ne üniversitelerimizin, derneklerimizin bu coğrafyadaki ciddi kurumlarla ciddi irtibatı yok. Gittiğim ülkelerde Filibeli Ahmet’i, Babanzade’yi, Ziya Gökalp’i anlatıyorum kimsenin haberi yok. Orta Asya’dakiler bile Yusuf Akçura’yı bilmiyor. Biz çok konuşan fakat yazmayı sevmeyen bir toplumuz. AK Parti eleştirisini dahi entellektüelizm sayan arkadaşlarımız var. Elbette eleştirebilirler fakat bu arkadaşlarımızın bir rüyası, bir hayali olmalı. Siyasetçilerin ötesinde fikir üretmeliler. Siyasetçiler bu fikirlerden istifade etmeliler. Ama maalesef aydınlarımız dünyayı okuyamıyorlar. Dünya insanlık tarihinin en büyük dönüşümünü yaşıyor. Her alanda ciddi dönüşümler var. Bugünün insanı 10 yıl öncesinin insanı değil. Aydınlarımız sıradan halk gibi davranıyor. Aydının dedikodunun ötesine geçip, sorunları analiz etmesi gerekiyor. Borsa düştü, borsa yükseldi deyip analiz olmaz. Kendine has bir duruşa, düşünceye ihtiyacı var. Arap dünyasında da ciddi bir kriz var. Hasan Turabi bana ülkenizdeki aydınları sayar mısın dedi? Öne çıkan gazeteci, aydın, akademisyen, entellektüelleri saydım. 300’e yakın isim çıkardık. Halil İnalcık, Kemal Karpat gibi isimlerden bahsettim. Öne çıkan aydınlardan bahsettim. Turabi, 75 milyon ülkeden en az 10-20 bin aydın olması gerekir, bir toplum ancak bu şekilde dönüşebilir dedi. 300-500 isimle böyle bir şey olmaz dedi. Zaten uluslararası arenada yazan çizen isimlerden bahsetsek sayı zaten daha da azalır. Maalesef ülkemizdeki aydınların büyük kafalar olduğunu söylemek zor. Bunun için daha çok üretmeliyiz.
Coğrafyada bir aydın krizinden bahsediyorsunuz fakat aynı zamanda da sömürge karşıtı bir uyanıştan söz ediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?
Halklar nezdinde bir uyanıştan söz ediyorum. Örneğin 15 temmuz, aydınlarımız olayı anlamaya çalışırken halk meydanlara inmişti. Tam da bundan bahsediyorum, aydınlarımız halkın önünde gidebilmeli. 100 yıl önce aydınlarımız vardı halklar uyuyordu, bugün halklar uyandı ama aydınlarımız yok.