Bir anlamda tüm Sanatın travma olduğu söylenir. Travma, Sanatın asli bir bileşenidir. Dolayısıyla Sanat ve Travma, kaçınılmaz bir ağla birbirlerine dolanmıştır fakat her travma, Sanatı meydana getirecek güçte ve yapıda değildir. Şayet travma Sanatın yeğane üretici kaynağı olsaydı en büyük fail ve sanatçı Kolonyalistlerin kendileri olması gerekirdi.
Şüphesiz aktör açısından; kişisel yahut toplumsal travmalar, alan açısından; siyasi, ekonomik, kültürel vb travmalar, Sanatın her şekilde içinde dolaylı ya da dolaysız olarak yer alır. Tam da bu noktada çok ciddi bir sorun karşımızda duruyor gibidir: Nerdeyse 500 yıllık zaman zarfında bunca korkunç travmalar yaşayanlar yani kolonyalize edilenler-sömürülenler, neden “büyük sanat eserleri” ortaya çıkaramadı? 20. Yüzyılda Afrika masklarını keşfeden ve Afrika Sanatından etkilenen Avrupalı sanatçılar, eserleri; tema, desen, renk, perspektif buna ilaveten temsil biçimleri (düzen-orantı-ideal) vb teknik düzeyde ele aldılar; ilham açılarını sıkışmış bir içyapıdan kurtarmaya dayandırdılar. Ortada ciddi bir diyalog yoktu sadece tüketim-kullanım amaçlı bir yönelim söz konusuydu üstelik. Picasso, maskelerden korku ve bilinçdışı ile birlikte daha çok geometrik kaçışı elde etti. Böylelikle Batı düşüncesindeki belirli görme biçimine kendince itirazda bulunacağı bir malzemeyi de temin edip esinlendi fakat maskelerdeki asimetrik çizgilerin Kolonyalizmin korkunç acısı ve travmasıyla yüzden kaymış olduğunu göremedi. Kolonyalist Batı, daha düne kadar (1996) Afrika Sanatını, Sanat Müzelerinde değil Etnoğrafi Müzelerinde sergileyerek küstahlığına devam etmiş aynı tavrı ısrarla sürdürmüştü. Sömürge ülkeleri sanatına ilginin-diyalogun II. Dünya savaşı sonrası küresel ve makro politikaların değişimi ile arttığı iddia edilse de gerçek anlamda Kolonyalizm burada da kendini unutturup usulca gözden kaybolmuştu.
Avrupa-merkezciliğin sanatta da kendini hissettirmesi; onun dışında bulunan dünya sanatına karşı ilgisizlik, bilgisizlik ve değersizleştirici bakış açıları, Kolonyalizmin ortaya çıkardığı korkunç travmaların dünya sanatında nasıl yansıtıldığının görülmesini engeller. Böylelikle eserler acılar içerisinde gömülü kalır. Savaş olarak sanat denildiğinde ilk akla yine P. Picasso’nun “Guernica” eserinin gelmesi, bu hakimiyet alanının sürmesiyle açıklanabilir.
Kolonyalizmin en büyük travmasımdan biri olan savaşı görmek ile göstermek arasında varlıksal boyutta bir mesafe bulunur; gören, gösteremez; gösteren de göremez bazen. Tam da bu noktada Suriye’li sanatçı Tammam Azzam’ın eserleri, suskunluğu dağıtıp hem savaşı gören hem de savaşı gösteren bir tanık olur.
Bununla birlikte genel olarak şu eksikliği kabul etmek gerekir: İspanya İç savaşı için “hem savaş meydanında hem de kültürel görsel cephede yürütülen bir savaştı” denir. Yakın zamanda İslâm coğrafyasında yaşanılan felaket ve fecaatler, coğrafyanın yetersizlikleri, imkan ve kabilyetlerinin zayıflığı dolayısıyla anlatılamayan ifade edilemeyen bir durumda. Sanatın “ifade etme biçimi” olarak tanımı, şayet geçerli sayılırsa; O halde burada Anti-sanatın sonuna kadar yaşandığı da geçerli sayılması gerekir. Oysa kolonyalist Batı, dünyayı kan ve vahşet gölüne çevirirken (senkronik olarak) aynı anda ve aynı zamanda kendi aşk acılarını, çocukluktan kalma psikolojik sızılarını vb dünyanın en önemli acısı, sızısı, işkencesi hatta zulümü olarak pazarladı. Dolayısıyla efendilerin psikolojik acıları- sızıları en ağır travmaların kendisi görüldü. O sırada mesela İngiltere’nin Hindistan’da yaklaşık 100 Milyon insanı katledilmesi, ıstırap-zulüm sayılması için bir türlü yeterli gelemedi. İşin ilginç tarafı ise; bu durumun halen geçerli olması, tarihsel kalamamasıdır. Kolonyalist Batı’nın söylemlerle oluşturduğu algı dünyası hız kesmeden aynı keskinlikte diğerler insanları esir etmektedir. Onun için Irak’ta milyonlarca insan katledilirken petrole bulanmış bir kuşun ölümü daha büyük “tesir” uyandırır.
T.Azzam, savaşı görürken ve gösterirken Kolonyalizmi suçüstü yakalamış gibidir. Bu yakalama, iki açıdan kayda değerdir: ilk açı; T.Azzam’ın eserlerinde Pitoresk durumun anlam ve yer değiştirmesidir. Sanatta doğanın ön plana çıkması, “sanat tarihi” için önemli ve değerli görülürken, Azzam’ın ön planda gösterdiği vahşet manzarası o kadar da üzerinde durulmayacak bir detay olmuştur. Bu tersinden Pitoresk, sanatın kendi içinde ilginç bir değişimi de göstermiştir. O değişim, malzemenin yani tuvalin değişimidir. Kolonyalizmin ortaya çıkardığı yıkımlar, kayıplar, tarumar edilmiş şehirler, şimdiye kadar sanat eserlerinde kullanılan ve kurgulanan hiçbir malzemeye benzememiştir. Böylelikle Azzam, Kolonyalizmin kötülük ifadesi sayılabilecek olan kendi “doğal” ifadesini-malzemesini bir tuval olarak önümüze koymuştur.
İkinci açı ise; oldukça rahatsız edici başka bir yere dikkati çeker: T. Azzam kendi sesini duyurmak için; G.Klimt, V.van Gogh, S.Dali, F.Goya, H, Matisse, E. Munch, P. Gauguin …vb gibi sanatçıları imdada çağırır. Adeta onlara referans verir, vermek zorunda kalır. Aynı referanslar onu belirli oranda “meşhur” yapar. Bu durum, Batı’nın kodlarıyla konuşmayanların hiçbir şekilde anlaşılamayacağının da bariz ilanıdır. Sanat da tıpkı düşünce gibi; tüm “özgür ve özgün” karakterine, insanlığına bakılmaksızın, efendilerin kriter ve standartlara bağlanır.
T.Azzam’ın tuvalinden görülenler ve gösterilenler, sanatın dolaylı anlatım tekniklerine aykırı kalsa da, sanatın merkezinde yer alan “güzel-lik” anlayışı ve temasını yıpratsa da, varlığın ifadesini söylem hakimiyetini yararak en etkili biçimde duyurmayı başarır.
T. Azzam ile birlikte sayabileceğimiz, sesini duyuramayan diğer sanatçıları yeri gelmişken burada anmak gerekir: Amr Fahed, Houmam Al Sayed, Abdullah Ömeri, İmad Ebu Şitaye.. bunlardan bazılarıdır.
Savaş ve Sanat ilişkisi, endüstriyel sanatın kitlelere ulaşmada ideolojik rolleri vb konular, şüphesiz daha detaylı düzlemlere ve alanlara bölünüp anlatılabilir. Kolonyalizm ve Sanat ilişkisi de çok katmanlı alanlar içerir. T. Azzamın eserleri bu ilişkide sadece küçük bir işaret fişeğidir. Öte yandan Onun eserleri propaganda işlevini istese de yerine getiremez. Teknik anlamda bir propaganda olabilmekten uzaktır. Zira Kolonyalizmin savaşını ve felaketlerini yalın ifadelerle tuvale aktarmak, belirli güç ve söylem ile dünyayı eğip bükmekten hem nicelik hem de nitelik olarak oldukça farklıdır.