Kolonyalizm ve Siyonizm ilişkisi dolaysızdır fakat Emperyalizm ile Siyonizm ilişkisi oldukça dolaylı ve karmaşıktır. İsrail’in bir devlet olarak kendi dinamikleriyle kurulmadığı gerçeği, Kolonyalizmi apaçık işaret eder. Kolonyalistlerin en büyük faili olan İngiltere’nin oynadığı rol, terör devletinin bölgede bir virüs olarak yerleşmesini sağladı. Tam da bu noktada yani İsrail’in İslâm coğrafyasındaki habis varlığı için bir söylem üretildi: “Çöldeki Vaha”.
Emperyalizm ve Siyonizm ilişkisi ise oldukça karmaşık yapılar içermiştir. Zira kimin kime, neyin neye neden/sebep olduğu alaca karanlıkta kalımıştır. Modern dönemdeki ekonomik-kültürel-siyasi geçişkenlikler, ilişki modelleri “fail neden”i tespit etmede sorun yaratmıştır. Güç-merkezi olarak tarihsel süreç boyunca Yahudilerin mi Batı’yı ve ABD’yi yoksa Batı ve ABD’nin mi onları kullandığı?vb tartışmaları, bu geçişkenlikler boyunca sorunlu bir yapı taşımıştır. Bu yapı karşında Sağ ve Sol kesim genel olarak iki ayrı refleksi sergilemiştir. Sağcılar tüm gelişmelerin, dönen dolapların arkasında ana neden olarak bir “Yahudi” fail bulurken, Sol bu tutumu ilkel bulmuş başka bir uca doğru kaymıştır. “Fail neden” konusunda ilgisiz kalan Sol kesim, insanları “Kapitalizm” gibi hayaletlerin peşinden koşturmuştur. Herşeyi maddi verilerle açıklayan ve maddi unsurlara tıkan düşüncelerinin sonuçta hayaletlerle buluşması-belki buna nefret ettikleri Hegel ile idealizme kucaklaşma diyelim- onlar açısından son derece ironik olmuştur. Kısacası; Emperyalizm ile Siyonizmin kirli ilişkisini; Sağcılar somut nedenlerle, Solcular ise soyut nedenlere bağlamıştır. Bu iki tutum birbirine zıtlık taşısa da bu zıtlık, siyah /beyaz arasında başka bir rengi oluşturan gri gibi yan yana getirilebilir farklar taşıdığı görülebilirdi. Zira genel olarak Eklektizm sakıncalı birçok yönler taşısa da burada uygun olabilecek durumlar mevcuttu.
Kolonyalizmin Siyonist yüzü olarak İsrail; kendi misyonunu her fırsatta yerine eksiksiz getirmekte, onun gerçek vahşetini yine her fırsatta göstermektedir. İsrail hakkında üretilmiş Söylemler ve Mitler, sadece düşünsel şemaları şekillendirmekte kalmıyor aynı zamanda siyasi ve ahlaki tavırları belirli oranda kalıba dökülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Roger Garaudy (‘İsrail, Mitler ve Terör’ kitabı )bu söylem ve mitlerin siyasal yansımalarını en iyi gösterenlerden biri olup düzeneğin işlevsel fonksiyonlarını hatırlatmıştır.
İsrail hakkında üretilen Söylemler ve Mitler, konuları ve amaçları bakımından detaylıca incelenebilir. Onun çalışma mekanizması detaylı ifşa edilebilir fakat burada bazı söylemlere genel hatlarıyla değinmek yerinde olur.
“Çöldeki Vaha”Söylemi-miti:
İsrail’in bölgedeki gayrı meşru varlığını meşrulaştırmak için üretilmiştir. Bununla İsrail’in “bedeviyet içinde medeniyet” ve “diktatör coğrafyasında demokrasi” olduğu iddia edilir. “bedeviyet içinde medeniyet” iddiası, ilerlemeci kültürel-düşünsel bir göstergesel alanı içerirken “diktatör coğrafyasında demokrasi” iddiası, arkasına özgürlükleri, insan haklarını, eşitlikleri vb gibi bugün olumlu sayılan göstergeleri alarak tamamen siyasal bir göstergesel alanı kapsar. Yani bu söylem-mit bir taraftan kökleri Kolonyalizmin düşünsel kodlarında bulunan İlerlemeciliğe ve Evrimciliğe gönderme yaparken diğer yandan siyasal pozisyonla kendini meşrulaştırıp coğrafyayı aşağılamaya ve saldırmaya yani kolonyal tutumlara devam eder.
“Büyük İsrail” Söylemi-miti
Bu söylem-mit siyasal ilişkileri düzenlerken İsrail’in varlığını kökleştirir. Öte yandan mevcut fiziki sınırlarıyla İsrail’i de unutturur. Bu söylem-mite göre; İsrail’in sınırlarını genişlemesi söz konusudur. Türkiye’nin de içinde olduğu, İsrail tarafından yutulduğu, onun egemenliğine girdiği birçok bölge ülkesini varsayar. İsrail’in “kızıl elması” olarak gösterilen bu söylem-mit değişik işlevsel roller oynar: 1- En önemlisi, “büyük israil’in” Kolonyalizmin-sistemin siyasal yüzü olarak zaten kurulmuş olduğunu saklar yahut ıskalar. İsrail, Kolonyalistler tarafından her türlü yardım ve yataklığı görmekle birlikte dünya üzerinde neredeyse her devletin ona karınca kararınca yardım ve destekte bulunduğu gerçeği ortada durur. Kolonyalist devletler haricinde her devletin İsrail ile ilişkisi aynı boyutta ve derinlikte değildir. Bazı devletler sıradan ekonomik-siyasi vb ilişkilerin ötelerine geçmiş gibidir. Öte yandan üçüncü dünya devletleri diye sayılan devletlerin İsrail ile ilişkisi, Kolonyalizme-sisteme bağlılık kapısı işlevi görür. İslam coğrafyasındaki devletlerin en kritik zamanlarda “İsrail ile normalleştirme” girişimleri, Kolonyalist efendilere yönelik otorite-egemenliğin tasdiki olarak bir mesaj içerir ve o mesajı ilgili yerlere efendilere gönderir. Kısacası “büyük İsrail” söylemi-miti, İsrail’in neyin parçası olarak büyüdüğünü, zaten yeterince –dünya çapında-büyütüldüğünü bir türlü anlayamaz. Büyüklükten ısrarla toprakla alakalı bir genişlemeyi anlar. 2-Bu söylem-mit bölgedeki tüm devletlerin ipotek altında bulunduğunu, köle ve aciz olduğunu da itiraf eder fakat bu itiraf siyasal ve birçok gerçeklikle örtüşmez. Zira “büyük İsrail”in sınırlarına gireceği iddia edilen ve İsrail’in kendinden menkul büyüyeceğini söylediği şey içinde, ondan her alanda daha yüksek kapasiteli birçok devlet mevcuttur: Türkiye, İran, Mısır, Ürdün, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Lübnan gibi devletler “büyük İsrail”in sınırları dahilinde sayılan ülkelerdir. 3- bu söylem-mitin en tehlikeli siyasal işlevi; “büyük İsrail” sınırları içinde olduğu iddia edilen devletlerde oluşabilecek tüm muhalif isteklerin aynı zamanda İsrail’in isteği-talebi olduğu algısını uyandırmasıdır. Mesela; Bölgedeki (Türkiye-İran-Irak-Suriye) Kürtlerin tüm taleplerinin “büyük israil’e” hizmet ettiğinin söylenmesi, bunlardandır. Böylelikle devletlerin yanlış uygulamalarından ve dayatmalarından doğan şeylere tepki gösteren Kürtler ya da diğerler halklar “israil’in hizmetçisi-maşası-kuklası-işbirlikçisi…”vb yapılır. Bu durum ayrıca Kolonyalizm için muazzam faydalı bir şeyler sunar. Zira bölgede oluşan her türlü savaş-şiddet devletlerin kendi “haklı” gerekçeleriyle sürdürülme imkanına kavuşur.
“Araplar Bizi Arkadan Vurdu” Söylemi-miti:
Bu söylem-mit bölge ülkelerinden ayrı olarak daha lokal hedefe yönelmiştir. Siyonist işgali meşrulaştırmaya yöneliktir. Toplum psikolojisinde “adalet”e gönderme yapar. Kolonyalizm ve siyonizmin o bölgede “ihanetin karşılığında” normal kaldığını söyler. Madem ihanet edilmiştir tüm cezalar onun karşılığı olarak hak edilmiştir iddiasını dillendirir. Diğer taraftan Siyonizmin oralara yerleşmesi, kalıcılaşması için herhangi bir sorumluluk üstüne almaz. Daha doğrusu tüm ceza ve sorumluluğu kendi dışına gönderir. Araplara yükler. Bu söylem-mit başta tarihsel veriler olmak üzere birçok açıdan gerçekle bağdaşmaz. Öncelikle; bir İmparatorluğun varlıksal konumu görev ve yükümlülükler açısından ona bağlı olanlardan daha öndedir. Yani “siyasal ihanet” büyüğün yapmadan küçüğün yapabileceği bir şey değildir. Bu durum teknik açıdan yani imkan ve kabiliyet bakımından öncelik/sonralık meselesidir.
Gerçekten de (Modern) Türkiye’nin Siyonizm ile ilişkileri göz önüne alındığında sanki bu söylem “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” gibidir: Siyonizm’in Teolojik içerikten kurtulup ilk kez siyasal belirli bir hedefe ulaşması 1666 Sabetay Sevi ile İzmir’de Türkiye’de ortaya çıkmıştır. Modern devletin kuruluşu da onlara borçludur. İsrail’i ilk tanıyan “Müslüman ülke” Türkiye’dir. Türkiye-İsrail ilişkileri korkunç derinliklere ve yerlere ulaşır. Mossad ile sistematik çok uzun işbirliği bir yana İsrail’i pilotların Konya’da eğitimi…vb her alanda binlerce gizli ajanda bunda sayılabilir. Bugün Arapların gözünün içine bakıp bölgede en geniş hacimli ticaretin İsrail ile yapılması buna sadece küçük bir örnektir. Bu söylemin yerleşmesi, hem bölgemizdeki Müslüman-arapların tasfiye edilmesi hem de Siyonizme sistematik hizmet etmesi bakımından; Türk Batıcı-Seküler-Sabetay oligarşinin, El-it zümrelerin gayretleri takdiri şayan olarak unutulmamalıdır. Kısacası; İmparatorluğun (imamın) yaptıklarını hesaba katmadan tebasının (cemaatin) yaptıklarını hesaba katmak hatta onu öncelemek siyasal olarak her açıdan büyük bir hatayı ve yanlışı oluşturur.
Toprağını Satan Filistinliler-Araplar” Söylemi-miti:
Bu söylem-mit de insanlarda belirli bir düşünce (kanaat) ve tavır ortaya çıkması için üretilmiş sistematik işler ve işlemlerdendir. Kesinlikle bir doğruluğa hakikate sahip değildir fakat ısrarla toplumsal bilince kazılmaya çalışılır. Tarihsel olarak tüm veriler eldeyken Filistin toprağının her bir metresi nasıl gittiği kayıt altındayken; prof. İlber Ortaylı, “Filistinli=toprağını satan” olduğunu tarih adına iddia edebilmiştir. Bu durum Türkiye’de Siyonizmin lojistik destekçileri hakkında düşünmemizi gerektirir. “Toprağını satan Filistinliler-Araplar” söyleminde-mitinde tarihsel gerçek şöyledir: Bir Siyonist devletin kurulmasından evvel Filistin’de Yahudilere ait toprak miktarı %2.5 iken, İngiltere’nin hamiliği altında 1947 kadar sadece %6 ile 7 arasında yayılabilmiştir. Yahudi Ulusal fonunun oradaki yabancı şirketleri kullanarak binbir hile ve düzenle satın alabildikleri toprak oranı, bütün bu % 6 ile 7 arasındaki oran içinde sadece %9 dur. Eldeki apaçık verilerden- zira toprakların her metre karesinin nasıl alındığı belgelerle sabittir- ortaya çıkan sonuç; Arapların korkunç oyunlar karşısında tüm fakirliklerine sefaletlerine rağmen topraklarını vermedikleri ve satmadıkları bilakis bunun için muazzam bir mücadele göstermiş olduğudur.
Siyonizmin “Savaş” Söylemi-miti:
Kolonyalistler ve Siyonistlerin işbirliği içinde ürettikleri dünya çapında en etkili söylem-miti savaş hakkında olanıdır. Buna göre; savaş en başlarda “Müslüman/Yahudi Savaşı” şeklinde tanımlanmıştı ve en doğru tanıma sahipti fakat bu kavramlaştırma kendisine tüm Müslüman denilen insanları içine aldığından oldukça tehlikeli görüldü. Daha sonra bu yerini “Arap/Yahudi Savaşı”na bıraktı fakat bu kez de tüm Arapları içine aldığı için sakıncalıydı. Bunun giderilmesine yönelik olarak “Filistin/İsrail Savaşı” kullanılmaya başlandı ve kapsam daraltılması yoluyla hem Müslümanlar hem de Araplar dışarıda bırakıldı. Lakin “Filistin /İsrail Savaşı” çap olarak Filistin’in hepsini gösterdiğinden maksimum daraltılarak “Gazze/İsrail Savaşı”na indirgendi. Bugün yaşadığımız Siyonist işgali ortaya çıkan savaşa Müslümanlar bile “Gazze/İsrail Savaşı” demesi bu söylemin-mitin ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Genel olarak “Savaş” kavramı insanlarda İsrail’e karşı olumsuz (orantısız güç kullanma) çağrışımlara yol açtığından savaş kavramına da müdahale edildi; onun yerine Çatışma- Gerilim- Sürtüşme-Kavga-Müdahale… vb kavramlar kullanıldı. Bu ve benzeri kavramlarla Siyonist savaş; sanki mahalle çocuklarının aralarında yaptıkları kavgaymış gibi yahut herhangi bir protestoda görülebilecek müdahaleymiş gibi gösterilerek, etkisi kırılmaya çalışıldı.
Kolonyalizmin siyasal yüzü olan Siyonizm için üretilen tüm söylemler-mitler, Psikolojik Harp Dairelerinde tasarlanıp (yahut orası için çalışanların); Akademisyenler-Aydınlar-Medya-STKlar eliyle yürütülen kavramsal-zihinsel ve davranışsal algı şekillendirmeleridir. Şüphesiz ki; üretilen kavram ve söylemlerin “mit-ler” gibi daha değerli, derinlikli ve kurucu bir şeye dönüşmesi tüm sistemli çabalara rağmen mümkün değildir fakat Mitlerin toplumsal işlevlerde söylemlerden ve kavramlardan daha fazla oynadıkları rol nedeniyle “geçici” olarak kullanılması belli açılardan doğru sayılabilir. Kavramlar söylemlere, söylemler (siyasal) mitlere dönüştüğünde gerçeğin tamamen değişeceğine inanılan bir zamanda; nasıl olur da Siyonizmin halen dil-kavram-söylem yoluyla gerçeği varlığı tamamen ortadan kaldıramadığı, yaptığı vahşeti bir türlü gizleyemediği, bambaşka bir sorun olarak karşımızda durur.