‘Demokrasi’, oldukça büyülü bir o kadar da afili ve karizmatik bir kavram. Bir ideal. ‘Çağdaş’ dünyanın temel taşı. Öyle ki çağdaşlık adına kurulan hemen her cümlede kullanılır, ülkelerin gelişmişlik sıralamalarında temel etmen olarak ele alınır. Tabii ki Batı dünyasında bu yöndeki düşünceleri teorik yönden besleyen birçok isim var. Bunun yanı sıra görece daha az demokratik olan ya da demokratik olmayan memleketlerin ‘aydınları’ da bu büyülü kavram üzerinden kendi toplumlarını ve yönetimlerini topa tutar, bu ideali en üst seviyede karşılayan toplum ve ülkeleri övgülere boğarlar.
En bilinen tanımıyla halkın doğrudan yönetimde yer almasını ifade eden demokrasi kavramını Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Abraham Lincoln, “halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi” şeklinde tanımlayarak esasında ‘Başkan’ kimliği ile modern çağlarda demokrasinin temsil ile yönetime katılma halini net bir şekilde ifade etmişti. Demokrasinin yönetimdeki bir temsil yolu olarak güç kazanması daha sonra bunun insan hakları ve özgürlükleri de kapsayan geniş bir bağlamda ele alınması ve nihayetinde post-modern düşünürler tarafından müzakereci demokrasi düzeyine kadar getirilmesi Batı dünyasının yaşadığı süreçlerin bir ürünüdür.
Skolastik düşünce, Aydınlanma, sanayi devrimi, kentleşme ve ulus devlet gibi kavram ve süreçler Batı dünyasını günümüzdeki demokrasi anlayışına taşımıştır. Burada İngiltere başrolü oynamaktadır. Nitekim Kıta Avrupa’sından ayrı olarak İngiltere’de hâkim olan ve düşünceyi Katolik Kilisesi kadar esir almayan Anglikanizm, 1246 yılına kadar götürülebilir. Sömürgeci dönemine kadar büyük bir imparatorluk olmayan İngiltere’de bu bağlamda özellikle toprak sahibi soylular yönetimde söz sahibi olabilmişlerdir. İlerleyen süreçte hanedanlıkların değişimi ve parlamentonun oluşumunda da soylular öncü olmuştur. Ancak sanayi devrimi ve kentleşme ile birlikte soylular dışındaki sivil halk da yaşanan ekstrem olaylarda ciddi bedeller ödeyerek belirli haklar elde etmiş ve yönetimde söz sahibi olmaya başlamıştır. Örneğin 20. Yüzyılda kadınlara seçme ve seçilme hakkını savunan süfrajet eylemcilerinden Emily Davison, düzenlenen bir at yarışında kendisini Kral V. George’un atının önüne atmış ve bu olaydan birkaç gün sonra ölmüştür.
Daha çok imparatorlukların ve kilisenin hâkim olduğu Kıta Avrupası’nda ise Aydınlanma yeni bir sayfa açmıştır. Bu doğrultuda dünya tarihini etkileyen en büyük olay Fransız Devrimi’dir. Ulus-devletlerin ortaya çıkmasını sağlayan bu gelişmenin ardından İngiltere takip edilerek önce sanayi devrimi boy göstermiş ancak demokrasinin gelişimi İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ne kıyasla çok daha zayıf ilerlemiştir. Kıta Avrupa’sında demokrasinin yerleşmesi 2. Dünya Savaşı sonrasını bulmuştur.
Özellikle coğrafi keşiflerin ardından esasında her biri büyük sömürgeci devletler haline gelen günümüzdeki demokrasinin beşiği ülkeler; gerilerinde bıraktıkları ve hâlâ yaşattıkları acıları, ölümleri, katliamları ve hırsızlıkları bir kenara bırakarak ulaştıkları demokrasi idealini kendileri gibi olmayan ülke ve toplumlara dayatmakta ve hatta kendi ifadeleriyle bunu sağlayarak o toplumları da kendi düzeylerine getirmek için savaş açmaktadırlar. Bu savaşlarda ise bombalar yağdırarak çocukları, kadınları ve sayısız insanı bu yüce ideal uğrunda katletmektedirler. Batılı devletlerin dışardan görünen yüzlerini ve bunun aksine aslında nasıl bir ruh haline sahip olduklarını anlatan Stanley Kubrick’in ‘Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb’ isimli filmi tam olarak günümüzdeki Batılı devlet refleksini ortaya koymaktadır.
Esasında Batılı devletlerin ulaştıkları yüce ‘demokrasi’ idealinin onlarla aynı süreçlerden geçmeyen ülke ve toplumlara robota bir çip yerleştirir gibi yerleştirilemeyeceği, sosyal ve siyasi süreçlerin belli dinamikler doğrultusunda ortaya çıktığı ve bununla birlikte dünyanın her yerinde klan düzeyindeki toplumların dahi kendi dinamikleri çerçevesinde bir yönetim anlayışı geliştirdikleri yadsınamaz bir gerçekliktir. En ideal düzeni bulduğunu iddia ederek bu düzenin şartları dışında başka bir siyasi yönetim mekanizması içerisinde işleyen toplumların özellikle petrol, doğalgaz ve altın barındıranlarını ‘demokrasi’ idealine kavuşmalarını sağlamak adına bombalamak kolonyalizm faaliyetlerine ‘demokrasi’ kavramını alet etmekten başka bir şey değildir.
Bu bağlamda demokrasi ve onun anlam dünyasına eklemlenen insan hakları ve özgürlük gibi kavramlar, kolonyalizm faaliyetleri kapsamında kullanılan çağdaş birer silahtan ibarettir. Nitekim İsrail’in Filistin’de çocukları katlettiği, hastaneleri ve hastane bombalaması sonrası canları kurtarmak isteyenleri bombaladığı, fırınları, camileri ve okulları vurduğu, tahliye konvoylarına saldırı düzenlediği 2023 yılı dünyasında başta ABD olmak üzere demokrasi idealine kavuşmuş Batı dünyası İsrail’e koşulsuz destek veriyor. Bununla kalmayıp Filistin’e destek lafını ağzına alan dünyaca ünlü takımlardaki futbolcular kadro dışı bırakılıyor. Bir araya gelerek Filistin bayrağı açan 3-5 kişi dahi gözaltına alınıyor. Elbette bu desteği veren ülkeler bunu demokrasi için yapmıyor. ABD bölgedeki kontrolünün en önemli teminatı olduğu için, Avrupa ise Hindistan üzerinden uzanacak yeni ticaret yolu ve doğalgaz hattı için barbarca bir soykırıma alkış tutuyor.
Bugün en yüce hedef olarak sunulan demokrasi belirli şartlar altında Batı’da gelişmiştir ve günümüzde bununla ilgili olarak kullanılan insan hakları ve özgürlük gibi kavramların hepsi de Batı ile ilgilidir. Hatta ve hatta evrensellik kavramının içerisinde sadece Batılılar ve onların belirledikleri ülke ile halklar yer almaktadır. Nitekim bu yüce idealin vücut bulduğu ülkeler söz konusu çıkarları olunca ve katledilenler bir avuç mazlum Müslüman olunca insan haklarını ve özgürlük kavramını yine kendi evrensel daireleri içerisine aldıkları İsrail’e işletmektedir. Kendi vatandaşlarının dahi İsrail hakkında olumsuz konuşmasını suç sayarak harika bir özgürlük anlayışı ortaya koymaktadır. Filistin’de yaşanan son katliamlar ‘demokrasi’ bağlamında Batı’nın ve ikiyüzlülüğünün sorgulanmasına neden olacak birçok kanıtı ortaya dökmüştür. Esas soru gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçilerin bu sorgulamayı yapıp yapamayacağıdır.