İsrail 24 gündür Gazze Şeridi’ni yoğun bombardıman altında tutuyor. Hastaneler vuruluyor, vurulmayanlar yakın zamanda vurulacak olmakla tehdit ediliyor. Sivil yerleşim alanları, ibadethaneler her şey ayrım gözetilmeksizin bombaların hedefi durumunda.
Bu satırların yazıldığı 24. günün sonunda hayatını kaybeden sivillerin sayısı 8 bin 306’ya yükselmişti. Bölgeden son gelen haberlerde ölenlerin 3 bin 457’sinin çocuk ve 2 bin 136’sının da kadınlardan oluştuğu aktarılıyordu.
Medyada görüldüğü üzere, Batılı liderler İsrail’e destek açıklamalarını sürekli yinelerken, Gazze’de yaşanan soykırıma ses çıkarmıyor. Meseleyi “İsrail’in terörle haklı mücadelesi” bağlamına oturtmuş durumdalar.
Akıl, izan ve sağduyu sahibi milyonlarca insan ise Batılı ülkelerdeki kentler de dahil olmak üzere katliamlara sessiz kalmıyor. Dünya genelinde İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan saldırıları protesto ediliyor, lanetleniyor, bölgede acil ateşkes için hükümetler daha aktif politika izlemeye çağırılıyor.
Tüm bunlar yaşanırken Batı menşeili küresel medyanın haber odağı tamamen ikircikli bir dile hapsolmuş durumda. Sosyal medyada gündem olan videolarda bu yaklaşımın ne kadar sığ bir “normallikle” Batılı gazetecilerce kullanıldığını görüyoruz. Sanırım bu yaklaşıma verilebilecek en yaygın örnek, İsrail’de insanların “öldürülmesi”, Gazze’de ise sadece “ölmesi” olacak.
Manipülasyon ve sistematik tarafgirlik için gazetecilikle yakından uzaktan ilişkisi olmayan “İsrail ordusunun kafası kesilmiş 40 bebek bulduğu” haberini de unutmamak gerekiyor. Haberciliğin temeli olan 5N1K’nın Amerikalı muhabir hanımefendinin permasında oksitlendiği asılsız bir haberin dünya kamuoyuna ayan beyan aktarıldığı anlara şahit olduk. İsrail ordusu dahi ellerinde böyle bir bilgi olmadığını açıkladı. Kısacası, dünyada hatırı sayılır bir çoğunluk “haber” olarak serbest piyasa dezenformasyonuna maruz kalmış oldu.
Batı’da haberlerin ele alınış biçimleri hükümetlerin propaganda taleplerine itaat etmede araçsal işlev görüyor. Bu konuda yüzlerce örnek verilebilir. Yukarıda özetle ifade etmeye çalıştıklarım yalnızca birkaçı. Belki de en akılda kalanlardan biri de Gazze tarafından İsrail’e bomba yağdığını canlı yayında yere yatarak anlatan muhabirin yanından bisikletiyle geçen sivillerin olduğu o görüntülerdi. “Habercilik performansı açısından” harika bir iş çıkarılmıştı ama senaryo fazla bayağıydı.
Kısacası yine ve yeniden ABD’nin müttefik ve uydu ülkelerdeki tarafgir tutumunun Batılı ülkelerin medyalarına da yansıdığı bir dönemden geçiyoruz. Bir tarafta ABD’nin en önde gelen muhalif simalarından Noam Chomsky’nin kavramsallaştırmasıyla “değerli kurbanlar”, diğer tarafta “değersiz kurbanlar” var. Ana-akım medya da bu ayrımın sürekliliğinin sağlanmasında örtülü propagandasına devam ediyor.
Amerikan kitle medyası özelinde Batılı kaynaklar İsrail ordusunu, nefsi müdafaa hakkını kullanan imana gelmiş askerler olarak resmediyor. Tıpkı dün Vietnam’da Amerikan askerleri için yaptıkları gibi. ABD’nin katliamlarını göz ardı ettikleri, kamuoyunun biçimlendirilmesini sağladıkları, gerçekleri öğrenmekle zaman harcamadıkları, topraktaki kimyasal dioksin kalıntılarını görmezden geldikleri gibi.
Bugün “küçük nüanslar” dışında pek değişen bir şey de yok aslında. Dün Vietnam’da Amerikan askerlerince napalm bombaları kullanıldı, bugün İsrail eliyle Gazze’de fosfor bombaları kullanılıyor. Batı medyasının olayları görme biçiminde de değişen bir şey yok.
Tüm bunlar ışığında medya tüketicileri olarak şu basit gerçekleri bilip, devamında bazı soruları sormak, ‘mevcut medya düzenini dönüştürme ihtimali!’ için vicdani sorumluluğumuz olsa gerek:
Evet, bireyler farklı coğrafyaları ilgilendiren gelişmeler ve bilgileri kendi kendilerine edinemez. Basın bunun için vardır, bilgiyi alır, işler ve yayar.
Peki bu bilgi ne kadar doğrudur?
Neye hizmet eder?
Neyi öne çıkarır, neyi gizler?
Nasıl bir amaç gözetiyor olabilir?
Kısacası, medyada taklidi üretimlerin ömrü, tahkiki tüketimin gücüne bağlı…