İsrail, 20. Yüzyılın başından itibaren İngiltere’nin; aynı yüzyılının ortalarından itibaren de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yeni sömürge/kolonyal politikaların ürünü olarak tezahür etmiştir. Fakat İsrail’i, İsrail kolonyalizmini ve istisnacılığını tanımlama noktasında üretilen akademik bilgi birikimi incelendiğinde, Batı dünyasının kahir ekserinin meseleye tarafsız yaklaşmadığı rahatlıkla görülebilir. Ufak bir literatür taraması yapıldığında dahi İsrail’in kolonyal bir devlet olmadığı anlatısı birçok yüksek tirajlı okunan dergideki yazıların temel argümanı olarak lanse edilmiştir. Örneğin Amerikan Yahudi Topluluğu Aksa Tufanı’nın başlatıldığı tarih olan 7 Ekim’de İsrail’in kolonyal bir devlet olmadığını ve bunun kategorik olarak yanlış olduğunu ifade eden bir yazı ve video yayımlamıştır. İsrail’in kolonyal bir devlet olmadığı argümanı yedi temel gerekçe üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır.
Tarihsel Varlık Anlatısı
Birincisi, Yahudilerin ‘İsrail’ topraklarında sürekli olarak varlık gösterdikleri öne sürülmüştür. 1948’de modern ‘devlet’ halini alan İsrail ile Yahudilerin buradaki tarihsel varlıkları arasında bağlantı kurmak mantıksal açıdan tezatlık içermektedir. Diğer bir ifade ile Yahudilerin tarihsel olarak var olduklarını ifade ettikleri topraklar hiçbir zaman İsrail adında bir devlete ait olmamıştır. Bu argümanın diğer bir sorunlu noktası, başka milletlerin/din mensuplarının da tarihsel olarak var oldukları topraklarda yaşama ve o toprakları kontrol edebilmeyi meşrulaştırma problemidir. Siyonist düşüncenin ürünü olan bu düşünceye göre tarihin herhangi bir zamanında veya sürekli bir şekilde dünyanın herhangi bir yerinde varlık göstermiş insanların mezkûr topraklarda yaşayanları topraklarından gönderme hakkı olduğu sonucuna ulaşılabilir. Daha somut bir ifade ile Siyonist düşüncenin Yahudiler bu topraklarda tarihi olarak varlığı üzerinden geliştirdiği ve işgali meşrulaştırmaya çalıştığı argüman üzerinden birçok millet farklı topraklarda işgal hakkı talep edebilir. Bu durum da mevcut uluslararası hukukun doğrudan ihlali anlamına gelmektedir. Dolayısıyla İsrailoğulları veya Yahudilerin Filistin topraklarında tarihsel olarak varlık göstermeleri İsrail’in işgalini meşrulaştırmaz ve İsrail’in kolonyal bir aktör olmadığını ispatlamaz.
İsrail Devleti ve Yahudi Yönetici Anlatısı
İkinci argüman İsrail’in yüz yıllar boyu Yahudi liderler tarafından yönetildiğidir. Bu argüman, milattan önce 1000’den başlatılarak Davud, Süleyman gibi peygamberlerin yönetimlerini İsrail devleti olarak pazarlama stratejisini içermektedir. Yine kendi içerisinde tutarsız ve bir anlamda anakronizm içeren bu argümanın da gerçeklikten uzak olduğu ve başka işgallere yol açabileceği görülmektedir. İlk olarak zikredilen yöneticilerin yönettikleri devletin İsrail olduğuna dair bir ibarenin olmadığı bilinmektedir. Dahası Amerikan Yahudi Topluluğu’nun yayımladığı yazıda da ifade edildiği üzere bu krallık Birleşmiş Krallık (The Unified Kingdom) olarak isimlendirilmiştir. Dolayısıyla modern bir ‘devlet’ ismi olan İsrail’i tarihsel bir yönetimle özdeşleştirme denemesi de başarısız kalmıştır. İkinci olarak zikredilen yönetici peygamberlerin Yahudi olduğu iddiasının da çok makul olmadığı ifade edilebilir. Yahudiler açısından ‘kendi peygamberleri’ olan bu yöneticilerin birçoğu İslam dininde İslam peygamberi olarak kabul edilmektedir. Nitekim İslam dininde yaygın inanışa göre gönderilen bütün peygamberlerin mesajı ortaktır ve hepsi hanif Müslümanlardır. İbrahim peygamber örneğinden hareketle Kur’an-ı Kerim bu peygamberlere yöneltilen Yahudi veya Hıristiyan iltisakına doğrudan meydan okumuş ve bu isimlerin Müslüman olduğunu; baştan sona gelen dinin İslam olduğunu, tahrif edilenlerin tahrif edenlerce Hıristiyan veya Yahudilik şeklinde değiştirildiğini dile getirmektedir.
Kudüs’ün Kutsallığı Anlatısı
İsrail’in kolonyal bir devlet olmadığını kanıtlamaya ve işgali meşrulaştırmaya çalışan üçüncü argüman Kudüs’ün Yahudi inancında kutsal olması söylemidir. Yaklaşık üç bin yıl önce Davud peygamber dönemi Kudüs’ün ‘Yahudi krallığına’ başkentlik yapması ve Yahudiler açısından Kudüs’ün dini açıdan önemli olması argümanları üzerinden İsrail’in kolonyal devlet olmadığı, tarihi olarak bu bölgede var oldukları iddiası kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Yahudiler açısından Kudüs’ün kutsiyeti tarihsel süreçte daha da artmıştır. Örneğin Süleyman peygamber dönemi inşa edilen Birinci Tapınak’ın Babiller dönemi yıkılması (M.Ö. 586) ve İkinci Tapınak’ın Romalılar tarafından yıkılması (M.Ö. 70), Yahudiler nazarında ayakta kalan Kudüs ve Süleyman Tapınağı’na olan ilgiyi artırmıştır. Nitekim Yahudiler nerede ibadetlerini yaparlarsa yapsınlar Kudüs’ü kıble edinir. Yahudi düğünlerinde damat geleneksel olarak tapınağın yıkılması anısına bardak kırar ve Fısıh Bayramı’nın sonunda ‘Gelecek Yıl Kudüs’te şeklinde sloganlar atar. Dolayısıyla Kudüs’ün ele geçirilmesi İsrail’in teolojik arka planında yatan bir meseledir. Fakat Yahudilerin Filistin topraklarında tarihsel olarak varlık sürdürdükleri yadsınamaz bir gerçek olmakla birlikte bu durum gerek dini gerekse tarihsel gerekçelerden ötürü İsrail’in işgalini meşrulaştırma noktasında geçersiz bir sebeptir.
Devlet Tahayyülü Anlatısı
Dördüncü olarak İsrail işgali ve kolonyal projeleri ört bas etmek için Yahudilerin yüz yıllardır İsrail’e dönme hayalini kurduklarını ve bu plandan asla vazgeçmediklerini ifade eder. Bu anlatım biçimi İsrail’in hak ederek, sebatla ‘hakkı’ olanı aldığı mesajının farklı bir anlatısıdır. Tarihin farklı zamanlarında ezilen ve sürgün edilen Yahudilerin topraklarına duydukları özlem ve bu toprakları geri kazanma için verdikleri çabanın takdir edilmesi gerektiğini öne çıkaran bu söylem de İsrail’in kolonyal bir devlet olduğu gerçeğini değiştirmez. Seküler siyonizmin kurucusu olan Theodor Herzl’in ‘Yahudi Devleti’ kitabında anlatığı üzere İsrail devletini başta Arjantin olmak üzere farklı topraklarda kurma gibi planlamalar yapılmıştır. Daha çok coğrafi, dini, ekonomik ve siyasi sebeplerden ötürü Filistin toprakları işgal için tercih edilmiştir. Fakat Filistin dışında başka topraklar üzerinde devlet kurma planının ortaya atılması dahi İsrail’in bir zihin olarak işgalci kolonyal bir anlayışa dayandığını kanıtlar niteliktedir. Diğer gerekçelere benzer şekilde bir grubun devlet arzusu içerisinde uzun yıllar yaşaması başka bir halkın topraklarını işgal etmesinin meşru görülmesinin önü açılabilir.
Hıristiyan Teolojisi Anlatısı
Beşinci olarak İsrail kolonyal eylemlerini ve devletleşme sürecini İncil gibi Hıristiyanlar açısından kutsal görülen kitaba dayandırmaktadır. ABD başta olmak üzere dünyanın birçok yerindeki Evangelist ve siyonizmle iş birliği yapan ideoloji ve mezhepler, İsrail’in kolonyal projelerini meşru görmektedir. Bu durumun temel dayanak noktası, İncil’in ilk kısmı olan Yaratılış kısmında Tanrı’nın İsrail topraklarını İbrahim’e vaad etmesiyle alakalandırılır. Daha sonra bu söz İbrahim’in oğlu İshak ve Yakup’ta tekerrür eder. Dahası Yakup’un diğer ismi İsrail olarak zikredilir. İncil’in Çıkış bölümündeki pasajlarda da Musa peygamberin İsrailoğulları’nı Mısır’daki zulümden kurtardıktan sonra ‘İsrail’ topraklarına geri döneceğine dair söz verdiği anlatısı da İsrail’in bugünkü işgal ve emperyalist politikalarını meşrulaştırma aracı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla İsrail işgale ve kolonyal adımlarına dini referanslar bularak süreci meşrulaştırmaya çalışır. Fakat bu temellendirme de diğer temellendirmeler gibi gerçeklikten oldukça uzaktır. Nitekim Hıristiyanların ortak inandığı bir İncil’in olmaması kitabın tahrif edildiğini ve bu referans noktasının sağlıklı olmadığını gösterir. Ayrıca tahrif edilen İncil’deki bu anlatılar Kur’an-ı Kerim’de tekzip edilmekte ve İsrailoğulları’nın peygamberlere ve yöneticilere yönelik aldatıcı, küçük düşürücü eylemleri ve katliamları üzerinden bir anlatı dile getirilir. Bu anlatıda İsrail’in Filistin topraklarına geri dönüş hikayesi ve devlet inşa etme sözünden bahsedilmez.
Klasik Batılı Kolonyal Anlatı
Altıncı olarak, yerleşimci kolonyal (settler colonialism) ifadesinin tarihsel sürecini anlatıp, farklı ülkelere sorumluluk yükleyerek İsrail’in bugünkü eylemleri meşrulaştırılmaya çalışılır. Bu anlatıya göre yerleşimci kolonyal terimi Avrupa’daki imparatorlukların Ortadoğu, Asya ve Afrika sömürülerine tekabül etmektedir. İsrail kendisinin yerleşimci kolonyal bir devlet olmadığını, bunu yapanların Batılı ülkeler olduğunu anlatır. Dahası bu okuma biçimine göre, Avrupalı devletler güç kullanarak vatandaşlarını kolonilere yerleştirmiş, yerli halkın doğal kaynaklarını çalışmıştır. Fakat başta Birleşmiş Milletler verileri ve kararları göstermektedir ki İsrail, tarihin birçok döneminde Batılı ülkelerin uyguladığı kolonyal politikaların daha şiddetlisini Filistinliler üzerinde uygulamaktadır. Buna rağmen İsrail kolonyal devlet olmadığı anlatısını dile getirirken ironik bir şekilde Avrupalı/Batılı kolonyal devletlerin işgal ettikleri yerlere askeri olarak geldiklerini, Filistin topraklarını işgal eden İsraillilerin ise kendi iradeleri ile ‘göç’ ettiklerini anlatır. Benzer şekilde Filistin’i işgal eden İsraillilerin holokost gibi işkencelerden kaçtığını, Avrupalıların ise böyle bir süreç olmaksızın kolonyal işgali uyguladıklarını iddia eder. İlk bakışta doğru görünen bu önerme oldukça eksiktir ve zihinleri farklı noktalara yönlendirir. Nitekim Yahudilerin anti-semitizme maruz kalmaları ve Avrupa’dan kaçmaları Filistin topraklarını işgal etmelerini meşrulaştırmaz. Ayrıca Avrupa kolonyalizminden farklı şekilde İsrail’in Birleşmiş Milletler tarafından tanınması ve kendisini ‘demokratik’ bir ülke olarak lanse etmesi de kolonyal işgal politikalarını örtbas etmemektedir. Nitekim İsrail’de 1948 Arapları ve Yahudi olmayan Araplara yönelik ciddi bir negatif ayrımcılıktan rahatlıkla söz edilebilir. İsrail’in apartheid/ayırımcı politikaları sadece İsrail ile sınırlı kalmamakta; işgal altındaki Filistin topraklarında da cereyan etmektedir. İsrail’in bu ayırımcılık politikaları kurumsal olarak benimsenmiştir. Dolayısıyla bir başbakana veya bir siyasi partiye mahsus bir görüş değildir. Bundan ötürü başta Uluslararası Af Örgütü olmak üzere birçok uluslararası kurum, kuruluş ve örgüt İsrail’in bütün bu süreçlerden ‘devlet’ olarak mesul olduğuna dair sayısız rapor yayınlanmıştır. Boycott, Divest and Sanction (BDS) gibi hareketler de İsrail’in Filistin’deki ihlallerine karşı uzun yıllardır küresel çapta eylemler yürütmekte ve bu ayrımcı politikalardan dolayı İsrail’i tecrit etmeye çalışmaktadır.
Yerleşimci Anlatısı
İsrail, Batılı kolonyal devletlerin aksine Filistinlilerin doğal kaynaklarını sömürmediğini dile getirir. Bu trajikomik iddia sadece Gazze’nin yaklaşık 20 yıldır maruz kaldığı ambargo üzerinden çürütülebilir. İsrail uluslararası hukuka aykırı biçimde Gazze’deki Hamas yönetiminin Akdeniz’deki haklarını işgal etmekte ve sınırlamaktadır. Uluslararası deniz hukukuna göre 12 mil olan yetki alanı İsrail işgali ile 3 mile indirilmiştir. Dolayısıyla İsrail, tam da Batılı emperyal güçlerin yaptığı gibi Filistinlilerin doğal kaynaklarını sömürmekte ve doğal haklarını gasp ederek gerek halkı gerekse yönetimlere baskı uygulamaktadır. Dahası başta elektrik, içme suyu, doğal gaz gibi yine Filistinlilerin hakkı olan doğal kaynakların kontrolü ve kullanımı da İsrail tarafından sınırlandırılmaktadır. Bütün bunların yanında İsrail Batı Şeria’da kolluk kuvvetleri ile Filistinlilerin topraklarını işgal etmektedir. Filistin devletinin en temel yapı taşı olan toprakların işgal edilmesi de İsrail’in kolonyalist bir varlık olduğunu ispatlar niteliktedir. Yerleşimci olarak adlandırılan modern hırsızların Batı Şeria’daki işgal politikaları İsrail’in 21. Yüzyılda uluslararası hukuka riayet etmediğini ve sömürgeci bir aktör olduğunu kanıtlamaktadır. Benzer şekilde İsrail Filistin’in demografisine de meydan okumaktadır. Zikredilen yerleşimcileri bütün teşvik ve baskılarla Filistin’e getiren İsrail, Filistin’deki Arap nüfusu baskılamaktadır. Ayrıca ezici çoğunluktaki Filistinlileri ucuz iş gücü şeklinde kullanan İsrail bu anlamda da tam bir kolonyalist aktör mantığı ile hareket etmektedir. Nitekim hiçbir İsraillinin yapmayacağı ağır işleri küçük meblağlarla Filistinlilere yaptıran İsrail, bu durumdan da kazanım elde etmektedir. Bu anlamda Filistinli iş gücünü sömüren İsrail aynı zamanda dünya kamuoyuna Filistinlilere istihdam sağlaması üzerinden halkla ilişkiler kampanyası yürütmektedir. Tehdit, keyfi göz altı, işkence, suikast, adam kaçırma ve öldürme gibi eylemleri de hayata geçiren İsrail’e mahsus olan yerleşimci kolonyalizmin klasik kolonyalizmden bir noktada ayrıştığı söylenebilir. Bu anlamda İsrail tipi kolonyalizm yok etmeyi öncelerken sömürüyü ikinci plana atar. Dolayısıyla Filistinlilerin yok edilmesi, Aksa Tufanı sonrası Gazze örneğinde görüldüğü gibi zorla tehcir edilmesi İsrail kolonyalizminin birincil önceliğidir.
İsrail’in kolonyal bir devlet olmadığını iddia eden birçok argümanın da tamamen yapay bir süreçten geçtiği rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte İsrail’in 21. Yüzyılda kolonyal, işgalci bir devlet olduğunu kanıtlayan birden çok somut noktadan ve uluslararası hukuka aykırı süreçlerden bahsetmek mümkündür. Yukarıda çürütülen iddiaların dışında da İsrail’in kolonyal devlet olmadığını dile getiren birçok isim ve argümana rastlamak mümkündür. Fakat bu İsrail’in kolonyal bir aktör olduğunu dile getiren yüzlerce isim bulunmaktadır. 2006’da kaleme aldığı eser Patrick Wolfe bu isimlendirme noktasında en bilinen teorisyen olmakla birlikte Edward Said, Rashid Khalidi, Fayez Sayegh, Maxime Rodinson, George Jabbour, Ibrahim Abu-Lughod, Baha Abu-Laban, Jamil Hilal, Lorenzo Veracini, Ilan Pappe, Amal Jamal, Rosemary Sayigh gibi isimler de İsrail’in yerleşimci kolonyal bir aktör olduğunu dile getirmektedir. Bu isimlerin bir kısmının Müslüman olmadığından hareketle dünya kamuoyunda İsrail’in yerleşimci işgalci bir varlık olduğunu kabul ettiği söylenebilir. Nitekim Vladimir Jabotinsky gibi devrimci-radikal siyonizmin kurucuları dahi İsrail’in kolonyal bir macera projesi olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla tüm dünyanın gözü önünde hastane ve mülteci kampını hedef alan İsrail’in Siyonizm ideolojisinin kolonyal bir düşünce olduğunu hatta bunun da ötesine geçtiği ifade edilebilir.