Fransa’nın Cezayir’de uyguladığı sömürgeci politikalar neticesinde halkın umutlarını kırdığını belirten Atsız, Malik Bin Nebi’nin Cezayir’de kolonyalizm karşıtı bilincin oluşmasında en önemli isimlerin başında geldiğini belirtti.
Mardin Artuklu Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tasavvuf Bölümü Araştırma Görevlisi Atike Çiçek Atsız ile Cezayir’deki Fransız sömürgeciliği ve Malik Bin Nebi’nin sömürge karşıtı mücadelesini konuştuk.
Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiğinde ülkede nasıl bir tablo vardı? Tarihsel arka plandan söz eder misiniz?
Miladi 711 yılında Müslümanlar tarafından fethedilen bir Kuzey Afrika ülkesinden bahsediyoruz. Osmanlı döneminde merkezden uzak eyaletler kapsamında yer alan bir bölgeydi. Osmanlı devletinin zayıflamasıyla beraber Cezayir hem merkezden uzak olması hem de o dönemki kargaşalardan ötürü işgale açık hale gelmişti. Diğer yandan batılı devletler Osmanlı’nın zayıflamasını fırsat bilerek bu bölgeleri himayesi altına almak istiyordu. Fransa’da Cezayir’i işgal etmeden önce bölgeyi işgale hazır hale getirmek adına bazı politikalar geliştirmişti. Sömürgeci ülkeler her zaman işgallerini meşrulaştırmak istemişlerdir.
Tam olarak hangi yıldan bahsediyoruz?
13 Haziran 1800 yılında Cezayir Fransa tarafından işgal edildi. Burada sömürgeciliği iyi ayırmak gerekiyor. O dönemdeki sömürgeci türlerini Fransa’nın sömürgecilik anlayışını, Cezayir’de nasıl bir sömürgecilik anlayışı izlediklerini göz önünde bulundurmalıyız. Kuzey Afrika’da o dönemde üç farklı tarzda sömürgecilik var olduğunu söyleyebiliriz. Ayrılmış sömürgecilik, araç olarak sömürgecilik, tam sömürgecilik. Ayrılmış sömürgeciliğe daha ziyade Fas’ta rastlıyoruz. Ayrılmış sömürgeciliğin formunda sömürü hegemonyasının ekonomik açıdan bir üstünlük sağlama amacı var. Ayrılmış sömürgeciliğin nihai hedefi ekonomiktir. Daha çok Tunus’ta gördüğümüz araç olarak sömürgecilik ise burada sömürgeciliğin nihai hedefi ekonomiktir. Fakat ayrılmış sömürgecilikten farkı gerekli gördüğü durumlarda toplumun sosyal yapısına, eğitimine, kültürel yapısına müdahale ettiği görülür. Fransa’nın Cezayir sömürgeciliğini tam sömürgecilik bağlamında ele alabiliriz. Tam sömürgeciliğin hedefi sömürgeye karşı sadece belli bir alanda üstünlük sağlamak değildir. Sadece ekonomik, siyasi, eğitim alanında bir üstünlük sağlamak ve onu kendi otoritesine dahil etmek değildir. Burada hedef toplumun sosyal, siyasi, eğitim, kültürel yapısını ve hayatı çepeçevre kuşatmaktır.
Fransa bu anlamda Cezayir’de neler yaptı?
Cezayir toplumu İslam kültürünün hakim olduğu ve geleneksel değerlerine bağlı bir topluluktur. Sömürgeciliğin ardından Fransa bu arada kılık kıyafete müdahale etti. Batı tarzı bir kıyafeti topluma dayattı. Eğitim alanında ciddi müdahalelerde bulunuldu. Sömürge bilimsel akademiler oluşturdu. Malik bin Nebi de Paris sömürge okullarını buna örnek verir. Bu akademilerde Cezayirli öğrenciler kendi eğitim sistemlerinden arındırılıp Fransızların istedikleri şekilde eğitilmeye başlandılar. Bu okullar bizzat Cezayir’de kuruldu. Başarılı öğrencilerin daha iyi okullarda okumaları çeşitli vesilelerle engellendi. Malik bin Nebi de bu öğrencilerden bir tanesidir. Ayrıca sosyal ve kültürel yapıya doğrudan müdahale edildi.
Fransa bu müdahalelerde ne kadar başarılı oldu?
Maalesef başarılı oldu. Müdahalenin ardından hem siyasi hem sosyal açıdan ciddi bir kaos ortamı oluştu. Buna karşı birçok hareket gelişti. Toplumda Cezayir’in geri kalmışlığın sebebini sömürgeci hegemonya olarak gören bir topluluk var. Bunlar Fransa’nın yaptırımlarına karşı çıkıyorlar. Bunun karşısındaki yapı ise geri kalmışlığın sebebi olarak dini görenler var. Bunlar da Cezayir’in Fransa’ya dahil olması gerektiğini söylüyorlar. Sosyal ve kültürel hayatta Fransa’nın değerleri ile uyum içinde hareket etmesini öngörüyorlar.
Bazı grupların sömürgeciliği desteklediğini söyleyebiliriz o halde?
Kesinlikle böyle bir durum var. Zaten Malik bin Nebi’nin sömürülebilirlik olgusunun gelişmesine etki eden unsurlardan biri de bu. Malik bin Nebi de bu ikili yapıdan bahsediyor. Bu grup Fransa ile birlikte yaşamanın Cezayir’in selameti olduğuna inanıyor.
Bunun karşısında sömürge karşıtı hareketlerden bahsedebilir miyiz?
Abdelhamit Bel Badis liderliğinde Müslüman Alimler Birliği burada öne çıkmaktadır. Temel hareket noktası istiklal, özgürlük ve İslam’dır. Badis laikliğe karşı sert bir tavır takınmaktadır. Cezayir’in kurtuluşunu Cezayir halkının kendi kültürüne ve İslami değerlere bağlılığından geçtiğini ifade etmektedir. Özellikle gençler üzerinde büyük bir etki uyandırıyor bu yaklaşım. Malik bin Nebi de gençlik yıllarında bu hareketlerin içerisinde yer alıyor.
Sömürge karşıtı hareketlere Fransızların yaklaşımı nasıl oluyor?
Abdelhamit Bel Badis ve Malik bin Nebi gibi isimleri kendilerine hedef olarak görüyorlar. Nebi bir süre hapis yatıyor. Toplumda bilinçlendirme faaliyetleri gerçekleştiren ve direniş oluşturan yapılar bir şekilde engellenmeye çalışıyor. Onların belli yerlere girmeleri engelleniyor. Toplumda söz ve statü sahibi olmalarını engellemeye çalışıyorlar.
Kolonyalizm karşıtlığı söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden bir tanesi ise yine Cezayirli olan Fanon’dur. Onun sömürge karşıtı hareketlere nasıl etkisi olmuştur?
Sömürge yönetimine karşı olan siyasi ve toplumsal hareketlerin düşünsel anlamda sömürgeye karşı tavır oluşturmak bakımından Fanon’un ciddi bir etkisi olmuştur. Bunun pratikteki karşıtlıkları açısından çok bir şey söyleyemem. Fakat sözünü ettiğimiz sömürge karşıtı hareketler üzerinde daha çok Abduh, Reşid Rıza ve İbn Haldun gibi isimlerin daha etkili olduğunu görüyoruz. Fanon sömürgeye karşı bilinçlenme konusunda ve onun psikolojisini anlayabilme noktasında sömürge karşıtlarına doğrudan etkisi olmuştur. Nebi’nin sömürülebilirlik olgusunun gelişmesinde Fanon’un etkisinin çok bariz olduğunu söyleyebiliriz. Malik bin Nebi hakkında en kapsamlı çalışmayı yapan Ali Kureyşî eserlerinde bu etkiden söz ediyor. Zaten Nebi’yi okuduğumuzda Fanon’un etkisini net olarak görebiliyoruz. Pratikte Fanon’un etkisiyle ve katkısıyla sömürge idaresini daha rahat analiz etmiş ve tanıyabilmiştir. Bu tanıma onun daha somut adımlar atmıştır.
Malik bin Nebi’de sömürgecilik olgusu başlığı ile bir tez hazırladınız. Bize daha yakından tanımamız için Nebi’yi biraz anlatır mısınız?
Nebi’nin düşüncesini daha iyi anlayabilmemiz için onun özel yaşantısını bilmemiz gerekir. Çünkü çocukluğundan itibaren bizzat sömürgeci tavra maruz kalmış birisidir. Kendi hayatını anlattığı eserleri Türkçeye de çevrildi. 1905 yılında dünyaya gelen Nebi çok küçük yaşlarda sömürgecilerin baskıları nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmış bir ailenin çocuğudur. Dindar bir ailede yetişiyor. Eğitim hayatına medreselerde başlıyor. Hatta Kadirî tarikatına bağlı bazı okullarda ders aldığını görüyoruz. Klasik eğitim verilen bu kurumlarda çok verim alamadığını ifade ediyor ve okulunu değiştiriyor. Çünkü kendisi erken yaşlarda farklı bilgiler edinen iyi okullardan kabul alan çok başarılı bir öğrenci. Daha sonra ailesi onu Fransız okuluna kaydediyor. Lise yıllarında doğu ve batı klasikleri ile tanılıyor. Hem aldığı eğitim hem de ortam nedeniyle doğu ve batı medeniyetlerini tanıma fırsatı oluyor. Sömürülebillik olgusunu, medeniyet tasvirini uygarlık ve kültür nazariyesini araştırılmaya değer kılan da zaten tam da budur. Genelde batı hem dışardan bir gözle okunur. Kitaplardan ve anlatılardan öğrenilmeye çalışılır. Fakat Nebi bizzat o kültürün içinde eğitim görmüş olması onun düşüncelerini daha kıymetli hale getiriyor. Gençliğinde Abduh’tan ve özellikle İbn Haldun’dan doğrudan etkilendiği gözüküyor. Zaten uygarlık nazariyesi ile ilgili görüşlere baktığımzda İbn Haldun’un Umran teorisinin çok belirgin olduğu görülüyor. Uygarlıkları, kalkış, yükseliş ve düşüş şeklinde tasvir ediyor. Bu da bize İbn Haldun etkisini çık bir şekilde gösteriyor. 3o’lu yıllarda Doğu araştırma enstitüsüne gidiyor. Sömürgeci güçler bu tarz zeki gençlerin buralarda eğitim almasına çok sıcak bakmadıkları için Nebi giriş sınavlarının hepsinde başarılı olmasına rağmen bu enstitüye giremiyor. Normalde kendisi şarkiyatçı olmak istemesine rağmen buna müsaade edilmiyor. Buraya giremediği için de makine mühendisliği okumak zorunda kalıyor. Fakat o kendisini fikir işçisi olarak tanımlamak istiyor.
Toplumsal bir kanaat önderi rolüne nasıl ulaşıyor?
Cezayir’in bağımsızlığa kavuşmasında Abdelhamit Bel Badis’ten sonra en etkili isim Malik bin Nebi diyebiliriz. Özellikle toplumsal alanda gerçekleştirdiği faaliyetler neticesinde başarılı oluyor. İnsanların bilinçlenmesine ve kendilerine gelmesine vesile oluyor. Somut olarak halkın önüne geçti, onları örgütledi sonra bağımsızlık gerçekleşti diyemeyiz. Onun önemi halkın bağımsızlık bilincine sahip olmasındaki etkisinden kaynaklanıyor. Sorunu dışarda aramaktansa kendinizde arayın ve işe kendinizi düzelterek başlayın anlayışını ortaya koydu. On beşe yakın eseri bugün Türkçeye çevrilmiş durumda. İslam Davası, Kur’an Fenomeni, Düşünceler gibi eserlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Malik bin Nebi sömürgecilik olgusunu iki boyutta ele alıyor: İç boyut ve dış boyut. İç boyutta, sömürülebilirlik potansiyeli veya sömürgeye elverişli olma şeklinde kavramsallaştırdığı bir düşünceden bahsediyor. Sömürülebilirlik potansiyeli dediğimiz şey Nebi’nin sömürgecilik konusunda birçok düşünürden ayrıştığı noktadır. Edward Said Oryantalizm bağlamında, Ali Şeriati’nin bilinç eşekleştirme, Fanon daha çok psikolojik açıdan bu konuları ele alıyor. Nebi burada şunu söylüyor. Biz başımıza bir şey geldiğinde sürekli başkasını sorumlu tutuyor ve başkasını suçluyoruz. Sömürge olma durumunda da batıyı suçluyoruz. Fakat esas suçlu biziz. Eğer onlar bugün biz sömürebiliyorlarsa biz buna izin verdiğimiz içindir. Sömürülebilirlik potansiyeli temelde böyle bir düşünceye dayanıyor. Ama bunun da çeşitli sebepleri var. Durduk yere bizde bu durum ortaya çıkmadı. Doğuştan bu potansiyeli kendimizde barındırarak dünyaya gelmedik. Buna sebep veren şey yine kendi eylemlerimiz. Aslında bütün sorunun bizden kaynaklandığını, iç boyutta olduğu ve bunu aşmanın yolunun da bireysel ıslahla mümkün olabileceğini söylüyor Malik bin Nebi. Burada öncelikle adaptasyon sorunundan bahseder. İslam toplumlarında ve Cezayir’de ciddi bir adaptasyon sorunundan bahsediyor. Gelişmekte olan toplumlar, gelişmiş toplumların sahip olduğu refah seviyesine sahip olduğu için geleneksel değerleri korumanın yanında aynı zamanda çağdaş, modern dediğimiz unsurları da kendi yaşamlarına dahi etmek istiyorlar. Fakat bu dahil etme sürecinde ciddi bir adaptasyon sorunu yaşanıyor. Ne tam kendileri ne de öteki olabiliyorlar. Kültürel bir şizofreni durumu. İslam dünyası ve Cezayir toplumunun yaşadığı adaptasyon meselesi ve uyum sorunu tam olarak bu durumla alakalıdır. Örneğin Fransızlar Cezayir’in toplumsal yaşamına müdahale ettiğinde halk tam olarak ne kendisi olabiliyor ne de onlara benzeyebiliyor. Bir diğer nokta ise taklit sorunu. Taklit ve ölü düşünceler yığını. İslam toplumlarında ciddi bir taklit sorunu olduğu görülüyor. Ne fikirlerimiz ne de yaşam tarzımız tam olarak bize ait değil. Buna söylemlerimiz de dahil. Nebi’ye göre sömürge hegemonyasına karşı yürütülen mücadelede dahi kendi stratejilerini belirleyememiş ve onlara benzeyen bir yapı mevcut. Bunu sadece Cezayir için değil İslam toplumlarının büyük bir kısmı için geçerli olduğunu söylüyor. Bu nedenle taklit hastalığından kurtulup kendi medeniyetimize dönmeliyiz şeklinde ifade ediyor. Ölü düşünceler yığını dediği şey ise bu taklit hastalığı ile iç içe. Bir toplumu, kültürü, medeniyeti, zihniyeti bütünüyle taklit etmeye başladığınızda kendi fikirleriniz de size ait olmuyor ve sahip olduğunuz düşünceler de ölü düşünce oluyor. Çünkü sizi harekete geçirmiyor. Ölü düşünceler öldürücü düşünceye neden oluyor. Sadece ölü olmakla, hareketsizlikle, eylemsizlikle kayıtlı kalmıyor. Aynı zamanda bu eylemsizliğin beraberinde getirdiği ataletle de aslında sizi yok ediyor. Bunların temelinde de aşağılık kompleksinin yer aldığını belirtiyor. Fanon’nun yaptığı psikolojik tahliller Nebi’de de yoğun şekilde görülüyor.
Malik bin Nebi’nin görüşleri Cezayir’de ne şekilde karşılık buluyor?
Böyle düşüncelerin karşılık bulması tabi ki çok uzun sürüyor. Bir bireyin ıslah olması çok zorken, bir toplumun uzun vadede tabi ki çok zor. Burada sadece bir alandaki sorunların varlığından söz edilmiyor. Birçok alandaki sorunların varlığından kurtulmaktan bahsediliyor. Bugün Cezayir’e gidip gözlem yapsak Nebi’nin bahsettiği sorunları hala devam ettiği görülecektir.
Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde Nebi’nin düşüncelerinin ne düzeyde etkisi olmuştur?
Halkın bilinçlenmesi konusunda muhakkak bir etkisi olmuştur. Özellikle insanların bahsetmiş olduğumuz komplekslerden uzaklaşmasında ve özgüven sorununu aşmasında katkıları olmuştur. Halkın kendi değerlerine kompleksiz bir şekilde yeniden keşfetmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Tezinizde emperyalizmin ve oryantalizmin sömürgeciliği güçlendiren bir etkisi olduğundan bahsediyordunuz…
Emperyalizmin ve oryantalizmin sömürgeciliği destekleyen akımlar olduğunu Malik bin Nebi de söylüyor. Özellikle emperyalizmin halkın aklını, duygularını ve düşüncelerini adeta dondurarak onların esas meselelerinden uzaklaştırdığını söylüyor. Yine emperyalizmin ırksal bir üstünlüğü öncelediğini ifade eder. Batılılar medeni, diğerleri sıradan yerli halktır. Var olan öz güven sorununu daha da derinleştiriyor. Nebi bunların etkisiyle bazı şeyleri efsaneleştirdiğini belirtir. Bu efsaneleştirmelerin de atalete yol açtığını dile getirir. “Biz cahiliz”, “Biz bir şey yapamayız”, “Biz güçsüzüz, zayıfız” gibi ifadeler bu efsaneleştirmelere örnek olarak verilir.
Fransız sömürgeciliği döneminde Cezayir halkı umutsuzluğa düştü mü?
Evet bunu söyleyebiliriz. Nebi o dönemde sömürülebilme efsanelerinin haricinde iki temel duruma sahip olduğunu söylüyor. Kolaycılık ve imkansızlık psikozu. Birincisi toplumun kendi geçmişine, geleneğine fazla güvenmesinden ve kaynaklı bir kolaycılık sorunu ortaya çıktığını söylüyor. Diğer yandan da demin bahsetmiş olduklarımdan kaynaklı olarak halkın yoksul ve cahil olduğunun dillendirilmesi ile imkansızlık psikozu. Sömürgecilik halka umudunu kaybettirir. Malik bin Nebi’nin gerçekten de en büyük özelliğinin bu olduğunu söyleyebiliriz. O halkın umutlarının yeniden yeşermesini sağlamıştır.
Fransız kolonyalizminin Cezayir’de nasıl bir tahribata yol açtığını görüyorsunuz?
Bence oluşan en büyük tahribat inanların kendi değerlerinden uzaklaşması değil o değerleri aşağılık ve kötü olarak görmesidir. İslami gelenekleri çağ dışı saymak, modernizmi ve çağdaşlığı bir kurtuluş aracı olarak görmek o dönemin sosyal yapısında çok bariz olarak görülüyor. Bir ülkeyi ekonomik ve siyasi olarak dağıttığınızda o ülkenin yeniden toparlanması mümkün olabilir. Bu elbette zordur ama sosyal ve kültürel alanda yaşanan tahribatı onarmaktan daha zor değildir.
Cezayir halkının kendine yabancılaşmasından mı söz ediyoruz?
Aliya İzzetbegoviç İslam Deklerasyonu kitabında temel meselemiz “Müslümanların İslamlaştırmasıdır” diyor. Burada da aynı durum söz konusu. Cezayir haklı sadece İslami değerlere değil kültür, medeniyet ve sosyal değerlerine de yabancılaştı. Malik bin Nebi temel eserlerini sömürge hegemonyasının altında yaşadığı için Fransızca yazmıştır. Fransızcası Arapçasından daha iyidir. İşgalden sonra ülkede Fransızca hakim olmuştu. Fransızca’nın hakim olmasıyla halk kendi diline yabancılaştı. Nebi Fransızca yazdığı eserleri daha sonra Arapça’ya çevirmişti. Sömürgeciler gittikleri bölgelerde seçkin kimselerin şereflerini ve nüfuslarını kaybettirmeye çalışmışlardır. Bunu nebiye de yaptılar. Doğu Araştırmaları Enstitüsü’ne almamalarının sebebi de budur. Nebi makine mühendisliğini bitiriyor ve bir süre iş bulamıyor. Daha sonra zar zor geçici süreliğine öğretmenlik yapabiliyor. İleride katiplik tarzı bir göreve gönderiliyor. Malik bin Nebi Neml Suresi 31. Ayeti buna örnek olarak gösteriyor: “ Zalim krallar bir ülkeye girdiklerinde şüphesiz orayı ifsad ederler ve ifsad etmekle de kalmazlar. Şerefli insanları da düşkün kılarlar. Bunlar işte böyle yaparlar.” Fransa’nın eğitimli, kültürlü inanlara çok sert baskılarda bulunduğunu fakat sokaktaki insana hiçbir müdahalede bulunmadığını buna örnek gösteriyor. İnsanları işsiz bırakarak, sosyal hayatta nüfus sahibi olmalarını engelleyerek eğitimsiz kalmalarına neden oluyorlar. Cezayirli çocukların mühendislik ya da tıp okuması istenmez, engellenmiştir. Cezayirli çocuklar marangozluğa, berberliğe, terziliğe yönlendirilir.
Sömürgecilik çalışmış bir akademisyen olarak bugün batılı devletlerin sürdürdüğü kolonyalist politikalara karşı belli bir bilincin oluşabileceğini ümit edebiliyor musunuz? Sömürgeciliğe uğramış coğrafyalarda sizce durum nedir?
Maalesef bence durum çok kötü. Nebi’nin Cezayir için söylediklerini bugün pek çok ülkeye uygulayabiliriz. Çok farklı bir tablo ile karşılaşmayız. Hepimiz aynı durumdayız. İslam dünyasında hepimiz sömürge altındayız. Fakat bunun farkında bile değiliz. Bu konuda daha derinlikli analiz yapanların düşünceleri elbette daha önemlidir. Fakat bana göre tablo hiç iç açıcı değil. Durum çok vahim. Bugün kendi ülkemizde kültürümüz ve medeniyetimizle ilgili gençlere bir şey önerildiğinde bunun bir karşılık bulması zor görünüyor. Hatta dalga geçilecek ve geri kalmışlık olarak görülecektir. Fakat batıdan bir şey sunulduğunda çok daha rahat kabul görecektir. Bunu sadece gençler için de söylemek doğru değil. Bugün akademi de kullanılan kavramlarda büyük oranda batıdan devşirilmiştir. Bu sorun sadece halkta görülen bir problem değil. Her tarafımız çepeçevre kuşatılmış bir durumda. Bugün akademik bir çalışma yapılırken dahi batının yöntemleri kullanılmak durumunda. Bu açıdan durumun çok iç açıcı olduğunu söyleyemiyorum.