Yaşayan en önemli düşünürlerden biri olan Dugin: ‘Batı medeniyeti Batı insanlığı da deniyor-medeniyetle özdeşleştirildi. Dolayısıyla emperyalizm ve sömürgecilik Batı siyasi düşüncesinin ve siyasi pratiğinin tüm aşamalarında yer almıştır. Şimdi görüyoruz ki o zamanlardan bu yana hiçbir şey değişmemiş.’
Yazdığı eserler kadar Rus lider Putin’in politikaları üzerindeki etkisiyle de dikkat çeken Rus düşünür Aleksandr Dugin ile Kolanyalizm.com olarak bir röportaj gerçekleştirdik. Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğunun destekleriyle gerçekleştirdiğimiz röportajda Avrasyacı düşüncenin en önemli temsilcilerinden biri olan Dugin, Batı felsefesi ile sömürgeci geçmişi arasında yakın bir ilişki olduğuna dikkat çekti.
Türk şairi Atilla İlhan, Ruslar ve Türkler, bir coğrafyaya geldiklerinde o coğrafyadaki kültürü yok saymazlar, Hiçbir toplumun dilini yasaklamamışlardır diyor. Batı ise girdiği her coğrafyada anadili yasaklıyor. Bu ayrım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu arada Avrasyacılığın Türkiye’deki temsilcilerinden biri olan büyük Türk şairi Attila İlhan’a kesinlikle katılıyorum. Türklerin ve Rusların iki imparatorluk halkı olduğunu düşünüyorum. Yani biz imparatorluk halklarıyız ve geçmişimizden, hafızamızdan, tarihi deneyimlerimizden bir imparatorluğun nasıl inşa edileceğini biliyoruz. İmparatorluk olabilmek için farklı halkların kültürlerini imparatorluk içinde bir arada tutmamız gerekiyor. Bu da farklı dini, sosyal ve kültürel toplulukların kimliklerini korumak anlamına gelir. Biz bu konuda oldukça becerikliyiz. Türkler tarihsel olarak sadece bir Osmanlı İmparatorluğu yaratmadılar. İlk Türk Kağanlığını ve Avrasya steplerindeki devletleri de yarattılar. Türkler pek çok farklı devlet ve siyasi oluşum kurmuşlardır, dolayısıyla Türkler dillerin, kültürlerin, farklı insanların miraslarının farklılıklarını nasıl yöneteceklerini bilirler. Biz Ruslar da büyük İmparatorluk kurucuları olduğumuzu biliyoruz. Avrasya’daki devletler de dahil olmak üzere İmparatorluk kurma deneyimlerimiz birbirine çok benziyor. Birbirimize çok yakın yaşadık ve Avrasya geleneklerinin tarihi mirasını paylaşıyoruz. Avrasyacılık ilkelerine çok derin şiirler adamış olan Atilla İlhan bunu çok iyi anlamıştır.
Batı felsefesinin ve düşüncesinin Batı’nın uyguladığı emperyal politikalardan bağımsız olduğu iddiası öne sürülüyor. Gerçekten düşüncenin pratiği şekillendirmemesi gibi bir şey söz konusu olabilir mi?
Batı felsefesinin tam da Batı ülkelerinin siyasi oluşumlarına paralel olarak inşa edildiğini düşünüyorum. Elbette hangisinin önce olduğunu söylemek zor: Batı siyaset felsefesi gelenekçilikten, devletin ve toplumun doğasına ilişkin Hıristiyan anlayışından Protestanlık yoluyla bireyciliğe ve nihayet Batı siyasi düşüncesi ve sosyal düşüncesi liberalizme yani bireyciliğe geldi. Ancak bu siyasi düşüncenin tüm aşamalarında Batı kendisini dünyanın merkezi olarak görmüştür. Batı medeniyeti‑Batı insanlığı da deniyor-medeniyetle özdeşleştirildi. Dolayısıyla emperyalizm ve sömürgecilik Batı siyasi düşüncesinin ve siyasi pratiğinin tüm aşamalarında yer almıştır. Şimdi görüyoruz ki o zamanlardan bu yana hiçbir şey değişmemiş. Çünkü artık liberal ideoloji tüm insanlar ve Batı için bir tür evrensel model olarak ortaya konuyor. Günümüzde liberal Batı, liberal ideolojinin desteğiyle kendi siyasi ve sömürgeci emperyalist yönetimini genişletmektedir. Batı’da ideoloji değişebilir, ancak emperyalizm Batı tarihinin tüm evrelerinde ve aşamalarında sabittir.
Dünya akademilerinde Felsefenin, sanatın, düşüncenin başlangıcı olarak Avrupa ve Yunan merkezli bir kavrayış öne sürülüyor. Bu durum kolonyal Avrupamerkezci anlatıyı da sürekli canlı tutup üretiyor. Dünyada bunun değişme ihtimalini öngörüyor musunuz?
İnsanlık hakkında konuşmak için sadece Batı medeniyetini değil, var olan tüm medeniyetleri göz önünde bulundurmamız gerektiğine katılıyorum. Dolayısıyla, Yunanlılar tarafından yaratılan ya da ortaya çıkan ve Romalılar tarafından geliştirilen Batı medeniyeti, başlangıçta ve klasik biçiminde insan dehasının gerçekten büyük bir eseriydi ama tek ya da izole değildi. Çünkü çok eski zamanlardan beri çok derin ve kesinlikle orijinal olan Hint felsefesi mevcuttur. Çin felsefesi de tamamen farklı bir kültür türüdür. Ayrıca Zerdüşt geleneklerine dayanan çok özel ve orijinal bir İran felsefesi vardı. Afrika kültürleri, Amerikan-Avrupa öncesi Amerikan-kültürleri, Türk, Moğol ve Asya kültürleri de vardı. Ayrıca Okyanusya’da da gelişen bazı kültürlerimiz vardı. Ve bence tüm insan bilgisini, kültürünü, geleneğini ve felsefesini sadece Batılı olanla sınırlamak doğru değil. Dolayısıyla Batı kültürünü mantıksal ve doğal sınırına, Batı medeniyetinin doğal tarihsel alanını tanımlayan sınırların içine yerleştirmemiz gerekir. Batı felsefesini ve Batı kültürünü, Batı kültürüyle karşılaştırılarak değerlendirilemeyecek diğer kültürler ve diğer medeniyetler arasında bir medeniyet olarak görmeliyiz. Dolayısıyla her bir medeniyeti, her bir felsefe türünü, tam da bu tür bir medeniyet için uygun olan ölçütlerle incelemeli, değerlendirmeli ve takdir etmeliyiz. İşte bizim mücadele ettiğimiz ve uğruna savaştığımız şey tam olarak budur. Tüm boyutlarıyla tek kutupluluğa karşı çok kutupluluk lehine mücadele ediyoruz. Dolayısıyla biz Ruslar, insanlığın bu çok kutuplu vizyonunu savunuyoruz. Bunu teşvik etmek için de Batı medeniyetinin tek ve evrensel olma iddialarını sınırlandırmamız ve azaltmamız gerekiyor. Batı medeniyeti sadece bir tür medeniyet, bir tür bilim ve diğerleri arasında bir tür felsefedir. Bu emperyalist epistemolojinin baskısı altındaki tüm insanlığın Batı felsefesini eşsiz olarak gördüğü durumu değiştirmeliyiz. Batı felsefesi diğerleri arasında sadece bir tanesidir ve bu yüzden gezegendeki mevcut tüm kültürlerin ve insan toplumlarının saygınlığını yeniden tesis etmeliyiz.
Türkiye ve Rusya gibi güçlü medeniyet arka planına sahip toplumların siyasi ve entellektüel düzeyde Avrupa’ya meydan okuması mümkün mü?
Kesinlikle bunu yapmak zorundayız. Bunu yapmak zorundayız çünkü epistemolojik anlamda egemenliği savunmamız gerekiyor. Medeniyetlerimizin haysiyetini savunmamız ve yeni epistemolojik revizyonlara gitmemiz ya da kültürlerimizin egemenliğini yeniden tesis etmemiz gerekiyor. Bunun için din, kültür ve tarihi tecrübe açısından tüm enstrümanlara sahibiz. Yine bunu yapmak için sadece Rus Doğu Slav mirasına değil Bizans mirasına da sahibiz. Dolayısıyla bağımsız medeniyet kimliğimizi savunmak için çok güçlü bir temele sahibiz. Aynı şey Türk halkı için de geçerli çünkü Türklerin çok uzun bir tarihi var. Sadece modern Türkiye değil, Osmanlı İmparatorluğu da var. Abbasi Halifeliği, İslami gelenek ve İslam öncesi Türk gelenekleri de var. Dolayısıyla arkamızda büyük bir entelektüel miras var ve medeniyetlerimizin egemenliğini bu temelde yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu anlamda ortak olabiliriz, müttefik olabiliriz çünkü her türlü kimliği yok etmeye ve tüm kültürlere ve halklara kendi bireyci kimliklerini dayatmaya çalışan bu küreselci tek kutuplu liberal saldırı karşısında kültürlerimizin büyüklüğünü yeniden tesis etmemiz gerekiyor. Bu tamamen yanlış ve buna karşı mücadele etmeniz gerekiyor. Bu nedenle her iki ülkede de sadece geçmişe değil, geleneklerimizin ve halklarımızın ebedi özüne dönüş anlamına gelen bir tür kültürel devrime ya da kültürel muhafazakar devrime ihtiyacımız var.
Herkes Gogol’un paltosundan çıkmıştır denir.. Aynı şekilde birçok önemli sinemacı da Tarkovsky’den doğrudan etkilenmiştir. Rusya çok ciddi bir entellektüel güce sahip. Fakat batı, Rusya hakkında olumsuz bir algı oluşturdu. Sizce Rusya kültürel birikimini bizlere / dünyaya doğru anlatamıyor mu?
Geçmişte çok büyük bir kültürel geleneğe, dünyadaki herkesi büyüleyen bir Rus sanat geleneğine sahip olduğumuzu düşünüyorum. Çaykovski Mussorgski, Stravinski, Scriabin’i düşünün. Bir zamanlar herkes Dosteevsky ve Tolstoi okuyordu. Herkes Tarkowski’yi izliyordu. Ama şimdi Rus kültürünün öneminin azalmasının nedeninin kültürümüzün kalitesiyle hiçbir ilgisi olmayan tamamen siyasi bir mesele olduğunu düşünüyorum. Ama aynı zamanda 20. yüzyılın 90’lı yıllarında Batı kriterlerini kabul ederek çok büyük bir hata ve yanlış yaptığımızı da kabul etmemiz gerekiyor. Yani kendi kültürümüzü değerlendirmek ve yorumlamak için Batılı liberal küreselci ölçütleri ve standartları uyguladık. Bu büyük bir hataydı ve Rus halkının gerçek dehasına vurulan bir darbeydi. Şimdi Liberal küreselleşmeci Batı’nın evrensel yargı iddialarını doğru bir şekilde çürütmek için Rus sanatının ve Rus kültürünün kimliğini ve gücünü yeniden tesis etmemiz gerekiyor. Buna karşı direnmeliyiz ve düşman Batı medeniyetine Rusların ne kadar büyük olduğunu göstermeliyiz. Ulusal Rus dehasını yeniden tesis etmeli ve canlandırmalıyız. Amacımız Batı’yı Rus sanatının ve Rus kültürünün ne kadar büyük olduğuna ikna etmek değil, sanatımızın, filmlerimizin, müziğimizin, edebiyatımızın, şiirimizin ve felsefemizin gerçek büyüklüğünü yeniden yaratmak ve restore etmektir. Dolayısıyla, tarihsel ilham kaynaklarımıza eskiden olduğu ve gelecekte de olması gerektiği gibi geri dönmek söz konusu olduğunda diğerlerini ikna etmek zorunda değiliz. Yani amaç diğerlerini etkilemek değil, kendi gözümüzde büyük olacak büyüklüğün restorasyonu için yeni bir içsel ilham kaynağı bulmaktır. Ancak o zaman, insanlığın geri kalanı takdir edebilir ya da etmeyebilir, bu bizim için önemli değil, çünkü eğer gerçekten büyük bir şey yaratabilir ve doğurabilirsek bu yeterli olacaktır.
Sizin siyaset bilimine katkınız olan Yeni Avrasyacılık, Türkiye gibi Batıdışı farklı toplumlar için güçlü imkan sunabilir mi? Rusya harici toplumlar için Avrasyacılığın cazibesi nedir?
Avrasyacılık Ruslara mahsus değildir. Rus kimliği Avrasyalıdır, Doğu ve Batı etkilerinin birleşimine dayanır. Ancak Rusya’nın Avrasya kültür kökenli kimliği tamamen orijinal bir şeydir, sadece heterojen unsurların birleşimi veya üst üste binmesi değildir. Tamamen özgün, tamamen bütünsel bir şeydir ve bence modern Türkiye de bu açıdan Rusya’ya çok benzer bir konumdadır. Türkiye Doğu ile Batı arasında yer alıyor ve İslam geleneği ve Türk kadim geleneği ve mirası gibi çok önemli geleneksel Doğu etkilerine sahip. Ayrıca Türk toplumunun içinde pek çok Batı etkisi de bulunmaktadır. Avrasyacılık, her şeyden önce kimliğin orijinal epistemolojik ve aksiyolojik eksenini restore etmek ve toplumlarımızın dışından alınan etkileri doğru bir şekilde dağıtmak için bu tür etkileri toplumlarımıza uyarlamaya bir davettir. Dolayısıyla Avrasyacılığın Rus toplumuna, Türk toplumuna, belki Suriye toplumuna, Arap toplumunun bir kısmına, İran toplumuna ve batılı ve doğulu unsurların bir arada bulunduğu diğer toplumlara uygulanabilecek bir yöntem olarak görülebileceğini düşünüyorum. Avrasyacılık, her şeyi batılılaştırma, tüm eğilimleri Batı liberal kalıpları ve normlarıyla uyumlu hale getirme düşüncesine karşıdır. Avrasyacılık, kültürlerimizin özgünlüğünü savunmaktır ve bence Rusya ve Türkiye, kültürlerimizin özgünlüğünü ve egemenliğini koruma ve yeniden tesis etme görevi açısından çok benzer bir konumdadır.
Rusya’nın Ukrayna politikası Batı’da kolonyal bir işgal olarak tanımlanıyor. Siz bu iddialar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yani biliyorsunuz, Ukrayna tarihte hiçbir zaman bağımsız bir ulusal devlet ya da bağımsız bir kimlik olarak var olmadı. O bizim ulusal dünyamızın bir parçasıydı ve Ukraynalılar da Rus halkının organik bir parçasıydı. Bizim üç kolumuz var: büyük Ruslar, küçük Ruslar ve beyaz Ruslar. Bu da farklı Türk boylarına ya da kollarına benziyor. Avrasya halklarının üç alt kola ayrılması gelenekseldir. Her üç kol da eşsiz ve birleşik Rus halkını oluşturur. Ortak bir devletimiz, ortak bir tarihimiz, ortak bir dinimiz ve ortak bir kimliğimiz vardı. Ancak Rus dünyasının bu parçası, Rus İmparatorluğu’nun doğrudan mirasçısı olan SSCB’nin dağılmasıyla elimizden alındı. SSCB Ukrayna’yı bağımsız bir devlet haline getirmedi. Bu imparatorluk devletinin bir parçasıydı ve Ukrayna’nın bazı kısımları Çarlık döneminde Rusya’nın geri kalanıyla birlik içinde restore edildi. Yani Ukrayna sadece Rusya’nın bir parçasıydı. SSCB çöktüğünde ise Ukrayna devleti kendi ulusal kimliğini oluşturma şansını elde etti. Ancak Ukrayna devletinin bağımsız olarak var olabilmesi için Ukrayna halkının her iki kesimini de dikkate alması gerekiyordu; doğudaki Prusya nüfusu ve Ukrayna’nın batısındaki az ya da çok Avrupalı nüfus. Bu, Ukrayna’nın tarafsızlığının korunması gerekliliği anlamına geliyordu ve böyle olduğunda, tarafsızlıkları temelinde bağımsız Ukrayna’nın varlığına karşı hiçbir şeyimiz yoktu. Maidan’dan (2013’teki Maidan Ayaklanma’sı kastediliyor) sonra, Batılı Ukraynalılar, Batı’nın kışkırtmasıyla meşru iktidara karşı darbe yaptığında, o andan itibaren Moskova’nın gözünde Ukrayna artık ulusal bir devlet değildir. Dolayısıyla normal devlet yapısını tanımadığımız bir ülkeyi işgal etmiş sayılmayız. Kiev’de bir Nazi rejimi kuruldu ve bu Nazi rejimi Batı’dan aldığı destekle Ukrayna’nın doğu halkına ve Rusya’ya karşı provokasyonlara başladı. Dolayısıyla ilk tepki Kırım ile yeniden birleşme ve Donbass’a yardım oldu. Biz doğrudan çatışmadan kaçınmaya çalıştık ancak Batı Ukrayna’yı bize karşı kışkırttı. Donbass’ın doğu kısmına müdahale etmeye hazırlandılar ve biz de müdahale etmek zorunda kaldık. Ancak normalde mevcut durumda Ukrayna’yı ulusal devlet olarak tanımadığımız için bunu işgal olarak değerlendiremezdik. Bu, Batı tarafından kışkırtılan ve bize dayatılan bir savaştı ve Batı’nın Rusya’ya yönelik bu saldırısına karşılık vermekten başka bir çözümümüz yoktu. Dolayısıyla Ukrayna’yı işgal ettiğimize dair tüm iddiaların tamamen zorlama olduğunu düşünüyorum çünkü Ukrayna diye bir ülke yok, olmadı ve olmayacak. Rusya topraklarında, Rus dünyası alanında, düşmanca ve Nazi siyasi rejimi yaratma şansları olamaz. Biz bu rejimi Ortadoğu’daki İslam devleti ya da El-Kaide gibi bir terörist grup olarak görüyoruz, dolayısıyla Ukrayna’da iktidarı gasp eden siyasi grubu meşru hükümet olarak görmüyoruz. Ukrayna’nın tüm topraklarını Nazi rejiminden ya da işgalinden kurtarmak için tarihi, siyasi ve diplomatik tüm haklara sahibiz.
Siyasal teoriniz ‘Batı Karşıtlığı’ üzerinden ilerlemiyor ve farklılıklar barındırıyor. Fakat buradaki sorularımız Kolonyalizm çerçevesinde Batı’nın sert biçimde sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Yine de sormak isteriz: ” Batı Karşıtlığı” söylemi, gerçekten iddia edildiği gibi değersiz bir görüş ve düşünce mi?
Yani bu ilginç. Batı karşıtları her şeyden önce ilginç insanlar olabilirler. Batı insanlığa karşı o kadar çok suç işledi ki, bazı durumlarda Batı karşıtı olmanın mantıklı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu tamamen övgüye değer ve doğal bir şey ve prensipte buna karşı değilim. Çünkü Batı yüzyıllar boyunca tüm halkları köleleştirmeye ve Afrika ve Asya halklarına sömürge yönetimlerini dayatmaya çalışan sömürgeci emperyalist bir güç olarak davrandı ve kendi sapkın liberal değerler dizisini getirerek geleneksel toplumlarını yok etti. Dolayısıyla Batı’dan nefret etmek için pek çok nedenimiz var ve ben buna karşı çıkamam. Eğer birileri Batı’dan nefret ediyorsa bu gayet mantıklı, doğal ve normaldir. Ancak bunları söylerken bunun beni yansıtmadığını vurgulamak isterim. Batı’dan nefret edenlerin nedenlerini çok iyi anlayabilir, onaylayabilir ve kabul edebilirim ve bunların çok haklı olduğunu düşünüyorum. Ama ben Batı’dan nefret etmiyorum. Aradaki fark bu. Batı’dan nefret edenleri anlıyorum, nedenlerini anlıyorum. Onları meşru buluyorum. Ama bu benim davam değil. Şeffaf ve açık olmak gerekirse, benim nefret ettiğim şey Batı değil, Batı medeniyetinin eşsiz ve evrensel olduğu iddiasıdır. Burada Batı’ya yönelik tüm eleştirilere katılıyorum. Batılı erkek, kadın, siyasetçi, düşünür ya da entelektüel, Batı’nın insanlıkla aynı olduğunu ve tek bir evrensel değerler dizisi olduğunu, bunun da Batı değerleri olduğunu iddia ettiğinde, Batı’yı geri kalan her şeyle, tüm insanlıkla özdeşleştirdiklerinde, bunu protesto ediyorum. Ben buna kesinlikle karşıyım. Bence tam olarak Batı’nın bu iddiasıyla mücadele etmemiz gerekiyor. Batı kültürünün çok değerli, çok ilginç ve aynı zamanda çok paradoksal olduğunu düşünüyorum. Çok iyi ve çok kötü yanları var. Ama bence tüm radikalliğimizle, elimizdeki tüm imkanlarla mücadele etmemiz gereken tek şey Batı değerlerinin evrenselliği iddiasıdır. Örneğin liberalizm tamamen Batılı modern bir sistem ve modern bir ideolojidir. Batı’nın siyasi tarihi ile karşılaştırıldığında evrensel hiçbir yanı yoktur. Çünkü Batı’da siyasi ve kültürel düşüncenin liberal olmayan versiyonları hep vardı, ki hala da var. Ancak şimdi Batı, liberal değilseniz yok edilmeniz, iptal edilmeniz, zulüm görmeniz ve sonunda cezalandırılmanız gerektiğini iddia ediyor. Yani bu tamamen totaliter bir düşünce tarzıdır ve ben buna kökten karşıyım. Batı’nın evrensellik iddiasına karşı mücadele etmeliyiz. Bu bizim görevimizdir ve dünyadaki her samimi ve dürüst erkek ve kadın bu hegemonyaya karşı mücadele etmeli ve Batı kültürünü normal doğal sınırlarına döndürmelidir. Buna kesinlikle katılıyorum ve herkesi modern Batı’nın emperyalizmine ve sömürgeciliğine, ideolojik ve teknolojik ve ekonomik kültürel sömürgeciliğine karşı bu çok kutuplu çoklu mücadeleye katılmaya davet ediyorum. Ancak aynı zamanda tüm Batı kültürüne duyulan nefreti de paylaşmıyorum. Batı tarihi, Batı felsefesi ve Batı klasik çağı takdire şayandır. Batı’nın pek çok yönüne hayranım. Onlara hayranım ama Batı’nın evrensellik iddiasını kökten reddediyorum.
Kolonyalizm karşıtlığı dünyada yeni bir toplumsal harekete dönüşebilir mi?
Bence evet, kesinlikle. Şimdi ortak bir sömürgecilik karşıtı cepheye ihtiyacımız var ve BRICS 10 belki de bu sömürgecilik karşıtı koalisyonun ve sömürgecilik karşıtı cephenin çerçevesine ilk yaklaşımı oluşturuyor. Çünkü burası farklı medeniyetlerin, farklı büyük devletlerin ve büyük kültürlerin farklılıklarını tanıtmak ve bu medeniyetlerin her birinin özgünlüğünü savunmak için bir araya geldikleri yerdir. Bu sömürgecilik karşıtı mücadelenin yapısının ilk yaklaşımı budur. Ancak BRICS’e henüz katılmamış olan ülkelerin de çok kutupluluğu vurgulayarak ya da mevcut tüm insan kültür ve medeniyetlerinin onurunu tanıyarak ve Batı medeniyetinin evrensel ve tüm insanlığa uygun olanın anahtarını elinde tuttuğu iddiasını kökten reddederek bu sömürgecilik karşıtı cephenin oluşturulmasına katılabileceklerini düşünüyorum. Örneğin, Batı insan haklarını savunmamız gerektiğini iddia ettiğinde, daha derine inip bu iddiayı sorguladığımızda, Batı’nın neyin insan ve neyin hak olduğuna dair kendi anlayışına sahip olduğunu hemen görürüz. Batı’da insan bireyseldir ve bir hak ancak sorumlulukları ve yükümlülükleri olmayan bir haktır. Bu tamamen liberal Batılı bireyci bir parodidir. Bu sadece insanlığa dayatılan totaliter bir kavramdır. Çünkü bir İslam toplumuna insanın ne olduğunu sorduğumuzda bambaşka bir cevap alırız. Ya da Rus kültüründe insanın ne olduğunu sorun. O zaman da tamamen farklı bir cevap alırsınız. Örneğin biz Ruslar, insanı bireysel bir varlık olarak görmeyiz. Bizim için insanlığın daha geniş bir anlamı vardır. İnsan olmak bir aileye, çocuklara, atalara ve bizden sonra gelecek nesillere sahip olmaktır. Bu insanların birliğidir. İnsan olmak Rus olmaktır. İnsan olmak, halkın bir parçası olmaktır. Biz bütüncül bir insanlık anlayışına sahibiz. Ayrıca haklar konusunda da özel bir Rus anlayışına sahibiz. Haklar nedir? Hakları yükümlülüklerden ve sosyal sorumluluktan ayıramayız. Bizim anlayışımız budur ve eminim ki İslam toplumunun, Çin toplumunun ve Hint toplumunun da insanın ve hakkın ne olduğuna dair kendi anlayışları vardır. Ancak insan hakları ideolojisi tamamen Batılıdır ve tamamen sömürgecidir. Hiçbir şekilde evrensel olmayan bu sözde evrensel kavramlar için Batı’nın iddialarının bu kelimeleri ve kavramları gaspına karşı çıkmalıyız. Bunlar sadece Batı sömürgeciliğinin izdüşümleridir. Bu sömürgeciliğe karşı mücadele etmek için çok kutuplu insanlığın küresel epistemolojik cephesini oluşturmamız gerekiyor. BRICS 10 bu görev için uygun olan çok güzel bir yapıya sahiptir. Ama bence bu sömürgecilik karşıtı cepheyi sadece BRICS ülkeleriyle sınırlandırmamalıyız, bunu hepimize dayatılan Batılı liberal insan anlayışının evrensel imajını değil, gerçek insanlığın onurunu kurtarmak için panhuman bir strateji olarak teşvik etmeliyiz. Epistemolojik ve sömürgecilik karşıtı bir savaş başlatmamız gerekiyor. Ukrayna’da tam da bunun için mücadele ediyoruz. Filistin halkının Gazze’de İsrail işgaline ve soykırımına karşı savaşmasının nedeni de budur. Kimliğimizi savunmak ve gelecekte Tanrı’nın derin anlamını korumak ve medeniyetlerimizin geleneksel değerlerini muhafaza etmek için yeterli iradeye, güce ve ilhama sahipsek, sömürgecilik karşıtı mücadelenin insanlığın kaderi olması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ederim.